Kategori arşivi: Mavi’nin Günlüğü

İkinci El Alışveriş mi? Bebecruz

Kendi çocukluğumla kızımın dönemini karşılaştırmaya kalkarsam hem avantajlarını hem de dezavantajlarını görebiliyorum fazlasıyla. Eskiden ne giyim için ne oyuncak için ne de bebek bakımında kullandığımız malzemeler açısından bu kadar çeşit yoktu. Alternatiflerimiz sınırlı sayıda ve yetişmeye çalışıyordu ailelerimiz. Bebek bezinin bile ülkemize yeni girmeye başladığı dönemlerden bahsediyorum. Çok değil, kendi bebekliğimden, 1980’li yıllardan. Şimdi geldiğimiz nokta giyecek mi yüzlerce marka var, oyuncak mı yine aynı şekilde, puseti, oto koltuğu, ana kucağı, hoppalası, aktivite masası aman bebefon olmazsa olmazı derken hamileliğimin son ayında hazırladığım ihtiyaç listesini ve annemin bana ne söylediğini çok net hatırlıyorum. Çok şanslı olduğumuzu, kendi dönemlerinde bu listedekilerden sadece birkaçının olduğunu o dönemde. Evet öyleydi, çok şanslıydık belki de şanssızdık başlı başına ayrı bir konu ama gerçek şu ki söz konusu çocuğunsa almak istiyorsun. Hani bir laf vardır sırtımdaki ceketi satar alırım diye, bu öyle gelişi güzel söylenmiş bir laf değil bence.

Yıllar geçtikçe ihtiyaç listesi artıyor evet, alternatifler de artıyor. Bu kadar çok alternatifin arasında hem seçim yapmak zorlaşıyor hem de satın alabilme gücü azalıyor. Diğer taraftan bakarsak hele ki bebeklik döneminde hani aldığımız kıyafeti en fazla birkaç ay boyunca giyebildiği, aldığımız oyuncağı yine birkaç boyunca oynayabildiği dönemden bahsediyorum. Çünkü büyüyor mucizelerimiz, o özene bezene aldığımız kıyafetler için “Büyüğünü alalım seneye de giyer” diyebileceğimiz bir dönem değil çünkü bebeklik. Düşünsenize 2 aylık bebeğinize aldığınız kıyafeti bir buçuk yaşında giydirebilmeniz mümkün mü? Ya da oyuncak; iki aylıkken oynadığı bir oyuncakla ya da üzerinde yatıp sallanan minik şeyleri izlediği oyun halısıyla bir buçuk iki yaşında oynayabilmesi mümkün mü? Tabii ki de kesinlikle hayır, eğer koştururken etrafı keşfetmek düşüncesi ile yakalayabilseniz çocuğunuzu belki evet;)

Ve bir düşünün aldıklarınızı, ne kadar kullandığınızı ve tekrar düşünün sanki ilk günkü gibi nasıl sapasağlam ve tertemiz kaldıklarını. İşte bu noktada sizleri bebecruz ile tanıştırmak istiyorum.

wsd

Bebecruz; annelerin, bebeklerinin artık büyüdüğü için kullanamadıkları giysileri ve eşyalarını güvenle alıp satabildiği bir alışveriş platformu ve annelere özel bir iletişim ağıdır. Bebeklerimizin hızla büyüdüğü ve dolayısıyla ihtiyaçlarının da hızla değiştiği bu dünyada, bebecruz yetkilileri ile tanışmak ve onları daha da yakından tanımak benim için bir fırsat oldu ve böyle faydalı bir girişimi de seve seve duyurmalıydım. Bebecruz sayesinde aldığınız kıyafetleri, az kullandığınız veya hiç kullanmaya fırsat bulamadığınız eşyaları, Türkiye’deki diğer anneler ile paylaşabilir ve sizler de ihtiyaçlarınıza aradığınız çözümü hem daha rahat hem de çok daha uygun bir fiyata ulaşabilirsiniz.

Peki nasıl yapacağız derseniz aslında çok basit. www.bebecruz.com veya telefonlarınızdan ücretsiz olarak indirebileceğiniz bebecruz uygulaması ile https://itunes.apple.com/tr/app/bebecruz/id1024490106 bir hesap açıp dolap oluşturuyorsunuz ve telefonunuzla veya kameranızla çektiğiniz fotoğrafları kolaylıkla yükleyip, ürününüz ile ilgili detay girip satışa çıkarıyorsunuz. Hem siz tasarruf ederken hem de başka annelere büyük bir rahatlık sağlıyorsunuz.

rwcevy

İşte bu kadar basit aslında. Böyle bir girişimi duyar duymaz ben de bir bebecruz dolabı açtım. Aynı zamanda da sadece bir alışveriş platformu gibi düşünmeyin, annelere özel bir iletişim ağı gibi düşünün. Annelik deneyimlerinizi paylaşabileceğiniz ve paylaşım esasına dayalı arkadaşlıklar kurabileceğiniz bir platform gibi;)

Sevgiyle ve paylaşımla kalın;)

İnci Akbay

Yeni Yıl Hediyem Bir Buzdolabı mı?

Yeni yıl hediyem bir buzdolabı mı? Evet Evet;) Kızım Mavi’ye yeni yıl hediyesi olarak oyuncak bir buzdolabı aldım. Çünkü yıl başı gecesi kızım yapacakmış bize yemekleri ve buzdolabını açtığımız zaman içinden bize minik notlar çıkacakmış. Yumurtaların üzerinde kalpler olacak, mandalinanın üzerinde beni kokla yazacak ve sütün üzerinde beni içsene yazacakmış meğer. Geçenlerde bir davet aldık. Mall of İstanbul’daki Toyzz Shop XL mağazasında oyuncakların ve o canlı dünyanın içinde kaybolmak ister misiniz diye. Ben seve seve kaybolmaya hazırdım ve tabiki de Mavi de;) 1700 metrekare alanda kurulmuş bir oyuncakçı düşünün. Ve aynı zamanda da her oyuncağın bir ruhu ve bir dünyası olduğunu da. Gerçekten kaybolduk o dünyanın içinde.

dfsh

Kapıda Çilek Kız bize kollarını açarken, içeride Miki ve Mini Mouse selam veriyordu bizlere, Maşa ile Koca Ayı hoş geldiniz der gibi bakıyordu adeta, arabalar selam duruyor, sallanan atlar haydi benimle bir tur atsana diyerek gülümsüyordu sanki. Ben oyuncakların bir ruhu olduğuna inanan bir anneyim ve belki de bu yüzden onlara çok dostça yaklaşırım. Çünkü bizi dinleyen de onlar, sohbetimize eşlik edenler de onlar, yemek yerken yanı başımızda yemeğimizi bitirmemizi sabırla bekleyenler de onlar, uyurken sarılıp yan yana uyuduklarımız da onlar, arabada oto koltuğunda kucağımızda sımsıkı tuttuklarımız da onlar. Gerçekten de oyuncaklar bizim arkadaşımız ve bu kadar çok arkadaşın olduğu bir mağazada yeni yıl alışverişini yapmak da kaçınılmazdı bizim için. Benim kızım için seçimim daha doğrusu beraber seçtiğimiz oyuncak bir buzdolabı idi. Hemen ona bir isim koymuştuk bile. E onlar bizim arkadaşımız ise hepsinin birer ismi olmalıydı, anlamlı veya anlamsız, hitap edebileceğimiz bir isim olmalıydı. İsmini koydu Mavi “ Tok”muş adı:)

IMG_6110

Biz oyuncak bir buzdolabı seçtik, çünkü kızım için evcilik döneminin en keyifli zamanları bu aralar. Evcilik benim en sevdiğim oyunlardan biridir. Gerçek hayattan yakaladığı ipuçları ile kendi dünyasını o müthiş hayal gücü ile oluşturabildiği bir oyun çünkü. Her role girip deneyimleyebildiği bir dünya bu. İsterse öğretmen, isterse doktor isterse astronot olabildiği bir dünya. Aynı zamanda da biz anne babalar için kendimizi çok rahat gözlemleyebileceğimiz bir dünya bu. Evciliği oynamak kadar evcilik oynayan çocuğunu bir tık dışarıdan gözlemleyebilmek bizler için de müthiş bir deneyim. Hani çocuklarımız bizim aynamız, yansımamız derler ya işte bunun için bunu gözlemleyebilmek için müthiş bir adres evcilik oyunu. Biraz geriye çekilip evcilik oynarken nasıl oynuyor, nasıl davranıyor oyuncaklarına o dünyasına diye bakabilmek. Yemeğini yemedi diye kızıyor mu bebeğine o esnada, ya da sabırla mı yaklaşıyor, teşekkür ediyor mu acaba oyuncaklarına, yüzü gülümsüyor mu acaba ve daha bir sürüsü. Bütün bunlar biz anne babalar için bulunmaz fırsat ve işaretler aslında. Yemeğini yemedi diye kızdı mı sinirlendi mi bebeğine, işte o zaman dönüp bakmak gerek kendimize, biz yemek yedirirken nasılız acaba diye. Ya da teşekkür mü ediyor, lütfen mi diyor oyununda, işte o zaman keyifle doğru yoldayım diye iç rahatlığı ve huzuru ile izlemeye devam etmek mi gerekiyor. Bu yüzdendi benim tercihim , evcilik oyununda ona eşlik edecek bir arkadaş buzdolabı seçimim.

IMG_6104

Biz yeni yıl alışverişimizi Türkiye’nin en büyük oyuncak mağazası olan Toyzz Shop’ta blogger anneler ile birlikte gerçekleştirmiş olduk bu vesile ile. Siz de hala yeni yıl alışverişinizi yapmadıysanız o dünyanın içinde bir kaybolun derim;)

image2

Oyunla ve sevgiyle kalın hep…

İnci Akbay

Süt Gerçekleri

Geçenlerde Uzman Diyetisyen Selahattin Dönmez ile herhangi bir markadan bağımsız olarak süt ile ilgili gerçekleri, doğru bildiğimiz yanlışları dinlemeye gittik. Ve aklımızda bin bir soru? Süt içmeliyiz evet, açık süt mü, kapalı süt mü? Ambalajlı süt mü doğru tercih ama pakete girmiş, yoksa açık süt mü ama sağılırken hayvan dışkısı, kılı, mikrobu vb uzman kontrolünden geçmiş mi? Peki açık süt aldık diyelim, doğru mu kaynatma yöntemini uyguluyoruz? Kaç dakika kaynatıyoruz? Kaynattıktan sonra hemen buzdolabına mı koymalıyız yoksa kendi halinde mi bırakmalıyız? Günlük süt nedir, pastörize süt nedir? Süt ile bir şeyi karıştırmak besin değerleri açısından doğru mu, pekmez vb gibi?

Soracak çok soru vardı ama işin güzel tarafı hepsini sabırla cevaplayacak bir uzmanın olmasıydı.

untitled

Süte uygulanan ısıl işlemler nelerdir? Pastorizasyon ve UHT nedir?
Süt, mikroorganizmaların yaşaması ve gelişip çoğalması için çok uygun ortam oluşturmaktadır. Sütte bulunabilecek olası patojenik mikroorganizmaları yok edebilmek, besin değerini koruyabilmek için uluslararası normlarda kabul gören ısıl işlemler (pastörizasyon ve UHT) uygulanmaktadır. Ayrıca çiğ süte evde uygulanan kaynatma yöntemi de bir ısıl işlem sayılabilir.
Pastörize süt, çiğ sütlerin, doğal ve biyolojik özelliklerine zarar vermeden patojen organizmanın tamamen, diğer organizmaların da büyük bir çoğunlukla yok edilmesini sağlayacak şekilde, özel tesis ve cihazlarda ısıtılıp soğutulmasıyla elde edilir. Değişik pastörizasyon uygulamaları olmakla birlikte, Türkiye’de genellikle 12–16 saniye süre ile 72–80°C’lik ısı uygulaması yapılmaktadır. Pastörize edilmiş sütlerin en önemli özelliği teknolojik işlemin hemen arkasından, taşınmada dahil olmak üzere soğuk zincir ihtiyacının varlığıdır. Satın alındığı yerde dahil olmak üzere evlerde de yine soğuk ortamlarda, buzdolabında bulunma zorunluluğudur. Bu sütlerin raf ömrü 3 ila 10 gün arasında değişmektedir.

UHT işleminde süt, çok özel ve teknolojik koşullarda ısıl işlemden geçirilerek, aseptik (mikropsuz) şartlar altında steril ambalaj malzemesiyle paketlenir. Süt, özel düzeneklerde 135–150 ºC’de kısa sürede (2-6 saniye), ısıtılıp soğutulur. Bu sayede her türlü patojen mikroorganizmadan arındırılır, ve genellikle oda sıcaklığında açılmadığı veya ambalajı zarar görmediği koşullarda dört ay süresince bozulmaya karşı dayanıklılık gösteren normal tat ve kıvamda ve besin değeri oldukça iyi korunmuş süttür. UHT işlemi ardından süt 6 katmandan oluşan, sütün bozulmasında etkili olan hava ve ışıktan koruyan ambalajlara doldurulur. UHT sütler bu nedenle 4 ay boyunca paketlendiği günkü tazeliğini korur. UHT süt açıldıktan sonra buzdolabında muhafaza edilmeli ve 3 gün içinde tüketilmelidir.

Süte uygulanan bir diğer ısıl işlem ise genellikle evlerde, açıkta satılan çiğ sütlere uygulanan kaynatmadır. Kaynatma ile sütün içerisinde bulunan mikroorganizmaları ve toksinleri yok etmek için 15–20 dakika kadar ateş üzerinde ısıl işlem yapılması gerekmektedir. Bu yöntemde; kaynatma süresi ve ısısının yüksek oluşu, sürekli hava ile temasın olması sütün besin değerinde oluşan kayıpları da beraberinde getirmektedir. Özellikle protein, karbonhidrat ve yağ gibi sütün temel bileşenlerinde önemli değişiklikler görülmektedir. Ayrıca B1, B6, B12, folik asit ve askorbik asit (C vitamini) gibi vitaminlerde ortalama % 60–100 oranlarında kayıplar oluşabilmektedir (Kaynak: Altun, B., Besler, T., Ünal, S., Ankara’da Satılan Sütlerin Değerlendirilmesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi. 2002 ; 11 (2): 45-55.)

UHT işlemi, sütün besin değerini etkiliyor mu?
UHT işlemi sonucunda yağın, laktozun ve tuz minerallerinin besleyici özelliğinde bir değişme olmaz. Protein ve vitaminlerin yapılarında ise ufak değişimler meydana gelir.
Vitaminler açısından bakıldığında, ısı ile işlemde süre uzadıkça amino asitlerden lizin ve B1, B6, Folik Asit, ve C vitaminlerinde kayıplar görülmektedir. Türkiye’de açık sütler ile ilgili yapılan bir araştırmada 10 dakikalık evde kaynatmanın B1, B2, B6, B12 ve folat vitaminlerinde sırasıyla; % 60, % 25, % 21 ve % 32 oranında önemli kayıplara neden olduğunu, bu kayıpların 15 dakikalık kaynatmada daha da arttığını saptamıştır. Yapılan birçok uluslararası çalışmada ise UHT ve pastörizasyon ile ısıl işlem süresi az olduğu için kayıpların gerçekleştiği ama kaynatmadakinden çok daha az olduğu bildirilmektedir.
Süt mineral açısından bakıldığında temel kalsiyum kaynağı olarak bilinmektedir. Birçok araştırma ısıl işlem uygulamasının sütte bulunan kalsiyumu bozmadığını hatta vücut için biyolojik olarak yararlılığını arttığını bu nedenle ileri teknoloji yöntemleri ile hazırlanan sütlerin kalsiyum açısından kayıp yaratmadığını gösteriyor. Burada kritik olan diğer konunun ısıl işlemin süresidir. Eğer ısıl işlem süresi yani kaynatma olarak bildiğimiz süre 15-20 dakikanın üzerinde olursa kalsiyum vücutta kullanılamaz hale geliyor.
Bunun dışında bizler evlerimize aldığımız çiğ süte uyguladığımız kaynatma yöntemi kullanırız ve bu yapılan kaynatmada sanayide uygulanan gibi bir ısıl işlem olduğunu aklımızdan asla çıkarmamamız gerekir. Evde çiğ alınan sütleri maksimum 75 derece ısıda ve kaynamaya başladıktan sonra 10-15 dakikayı geçmeyecek şekilde kaynatmak sütü pastörize edebilir. Fakat bu kadar uzun süre hem besin değerinde proteinler dahil ciddi yapısal bozulmalara hem de kalsiyumun vücutta kullanılmayacak forma dönmesine neden olabilir. Ayrıca alınan çiğ sütün denetim ve gerekli analizleri yapılmadığından sütün bakteri yükü, hayvandan insana geçen hastalık yapan mikropların brusella, tüberküloz olup olmadığı, hayvandan süte geçen antibiyotik kalıntısının bulunmadığı bilinemeyeceğinden ve bu unsurların da kaynatma ile yok edilemediğinden açık süt tüketmenin riskleri tahmin edilemeyecek kadar tehlikeli olabilir.
Kaynak: Ünal RN. Süye Uygulanan Isıl İşlemlerin Sütün Besin Değerine Etkisi. 8. Uluslararası Beslenme ve Diyetetik Kongresi, S: 107-108, 4-8 Nisan 2012, Antalya.
UHT Sütlerin açıldıktan sonra 20 gün dahi bozulmadığı doğru mudur?

UHT sütler ambalajı açılmadan oda ısısında 4 ay saklanabilir. Ambalajı açıldıktan sonra, buzdolabında saklamak koşuluyla 3-5 gün içerisinde tüketilmelidir. UHT süt, üretim teknolojisi açısından, sadece ısı ile işlem görmüş, içinde zararlı mikroorganizmalar bulundurmayan süttür. Tıpkı evlerde yaptığımız konserve gıdalar gibi, süt de ısı ile konserve edilir. Süt açıldığında, içerisine her hangi bir bulaşma sağlayacak bir işlem yapılmadığı sürece ve aynı zamanda mikroorganizmaların gelişmesini önleyici buzdolabı koşullarında muhafaza edildiğinde hijyenik kalitesini uzun süre koruyabilmektedir. Ürünlerin bozulmaları bilindiği gibi o ürünün işlenmesi ve hazırlanması esnasındaki hijyenik koşullara bağlı olarak gerçekleşen ürünün kalite kriterlerine bağlıdır. Bu nedenle bırakılan sütün uygun koşullarda muhafaza edilmesi ürünün raf ömrünü uzatabilir. Ancak, hiçbir sütün 20 gün bozulmadan kalması mümkün değildir.

UHT İşlemi sırasında sütteki probiyotik (yararlı) bakteriler de kayboluyor mu?

Hayır kaybolmaz, zira çiğ sütteki bakteriler zaten probiyotik (bağırsaklar için yararlı) değildir. Süt daha çok insan beslenmesinde büyümeyi ve gelişmeyi artırıcı özelliği ile ve başta da bebek ve çocukların beslenmesinde önem arz eden bir gıdadır. Buradaki özelliği de iyi bir hayvansal protein ve kalsiyum kaynağı olmasının yanında immünoglobülinler bağışıklık sistemini güçlendirir. Bu etkiyi de probiyotik mikroorganizmalardan sağlamaz. UHT işleminde sütte bulunan tüm mikroorganizmalar ve enzimler inaktif duruma geçer. Ancak bu sütün ölmesi anlamına kesinlikle gelmez, çünkü sütteki tüm besin elementlerinin biyolojik ve besin değeri; çiğ süttekine göre en az %95’in üzerinde korunmaktadır.

Uzun Ömürlü Sütler (UHT) herhangi bir koruyucu madde içeriyor mu?

Hayır, Uzun Ömürlü Süt hiçbir katkı maddesi içermez. Sütün uzun ömürlü hale gelmesinin sebebi, sütün çok kısa bir süre yüksek ısıda tutularak içindeki zararlı mikroorganizmalardan arındırılması ve özel aseptik ambalajlara doldurulmasıdır. Aseptik ambalaj ise hava ve ışık gibi dış etkenlerin süte ulaşmasını engelliyor böylelikle sütün koruyucu madde olmaksızın dört ay süresince oda sıcaklığında tazeliğini koruması sağlanıyor.

Açık sütler organik mi? Organiklik nedir?
Gıdaların organik olma kriterleri Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan yönetmeliklerle belirlenmiştir. Yalnızca Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın “organiklik logosunu” taşıyan sütler organiktir. Kontrol edilmeyen hiçbir ürün ve üretim bu sertifikayı taşıyamaz. Bilinçli tüketicilerin aldıkları üründe muhakkak bu logoya dikkat etmeleri gerekir. Sertifikalı olmayan hiçbir ürün organik ürün değildir. Buna sokak sütleri de dahildir.

Süt İçmenin Sağlık Açısından Yararları Nelerdir?
Süt; memelilerin büyüme ve gelişmeleri için olmazsa olmaz olan besindir. Hayatımızın her döneminde önemli bir yere sahip olan süt, hayvansal protein, kalsiyum, fosfor, A vitamini ve B2 vitamini için iyi bir kaynaktır.
“Büyüme sürecinde süt ve süt ürünlerinden alınan yeterli miktarda alınan kalsiyum kemik yapımı için önemlidir. Özellikle çocukluk döneminde genetik potansiyel kemik kütlesinin doruğa ulaşması için besin yolu ile kalsiyum alınmalıdır.
“Osteoporoz, kemiklerin mineral yoğunluğundaki azalma ile kırılgan ve gözenekli yapı oluşturan kemiklerdeki boşluğun genişlemesi olarak tanımlanan metabolik bir kemik hastalığıdır. Hastalığın birçok sebebi bilinmesine rağmen en yaygın nedeni yetişkin nüfusta görülen yaşa bağlı kemik kaybıdır. Kemiklerdeki mineral yoğunluğundaki azalmayı önlemenin yolu süt ürünlerinden gelen kalsiyumun yeterli miktarda düzenli alımı ile sağlanmalıdır. Unutmayın kemik sağlığı için gerekli olan kalsiyum, süt grubu besinler tüketilmeden sağlanamamaktadır. Yapılan çalışmalarda yüksek oranda kalsiyum alımının özellikle yaşlı insanlarda kemik kaybı oranının azalmasıyla birlikte yeterli oranda vitamin D alımını sağlanmakta olduğu görülmüştür”
“Sağlıklı kemik yapısının oluşturmanın yanı sıra süt; bağışıklık sistemini güçlendirir, kan basıncını düşürür, diş çürüklerini önler, osteoporoz, diyabet ve kolon kanseri gibi bazı kanserlerden korur, yaşa bağlı bilişsel fonksiyonların kaybını azaltır, tokluk hissi yaratarak kilo yönetiminde olumlu etkiler sağlar”
“Kanser dünya genelinde pek çok sayıda sağlık problemine yol açmakta olup toplumda yaygın bir şekilde görülmektedir. Her yıl 10,1 milyon yeni kanser vakası tanımlanmakta olup dünya genelinde kanserden dolayı her yıl 6,2 milyon insan hayatını kaybetmektedir. Kanser dünya genelindeki ölümlerin %25’ini oluşturmaktadır. Yoğurt, süt ve peynir iyi bir kalsiyum kaynağı olarak kalsiyumun kanser riskini azalttığı yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Yüksek oranda kalsiyum alımının kolon kanserine karşı koruyucu bir etki oluşturduğu saptanmıştır”

“Menopoz dönemindeki kadınlarda ilk 5 yıl boyunca kemik bütünlüğünde hızlı bir düşüş görülmektedir. Yapılan çalışmayla 1000-2000 mg süt kaynaklı kalsiyum alımıyla bu düşüşün engellenebildiği saptanmıştır”

“Hipertansiyon da tansiyon düşürücü, zayıflamada kalsiyumun yağ asitlerini depolamada önleyici etkisi gibi sağlığa faydaları da bilimsel çalışmalarda rapor edilmektedir.”

Ne kadar süt içmeliyiz?
Okul öncesi çocuğun diyetinde süt ve türevlerinden günde 2-3 porsiyon bulundurulmalıdır. Ergenlik ve yetişkinliğe geçişte ise süt ve türevlerinden günde 2 porsiyon, menopoz döneminde kadınların 3 porsiyon, hamile annelerin 4 porsiyona kadar günlük beslenmelerinde mutlaka tüketilmesi gereken bu grup yaşlılıkta ise kemik yoğunluğunun kaybolmaması adına mutlaka içilmelidir. (Kaynak: Türkiye Sağlıklı Beslenme Araştırması)
Türkiye’ye Özgü Beslenme Rehberi 2015 raporu EK: 1-3 yaş grubu çocuklar 4, 4-6 yaş grubu çocuklar 3-4, 7-9 yaş grubu çocuklar 3, 10-18 yaş grubunda 4, yetişkinler 3 ve 65 yaş üzerinde bireylerde 4 porsiyon süt ürünleri tüketimi önerileri yapılarak yıllardır verilen porsiyon miktarı süt ürünleri için revize edilmiştir.

(1 porsiyona eş değer süt ürünleri; süt – yoğurt – kefir için 200 mL, ayran için 350 mL, beyaz peynir 60 gram, kaşar peyniri için 40 gram, lor peyniri için 150 gram ve kuru çökelek için 50 gram olarak yenilenmiştir.)

Son olarak süt ve süte karıştırılan pekmezin birbirlerinin besin değerlerini kaybettirdiği konusu ise yıllardır duyduğumuz bir şehir efsanesiymiş. Güvenle içebilirmişiz anneler;)

Unutmadan son sözüm şu ki; her türün sütü kendi yavrusu için en ideal en uygun ve en sağlıklı olanıdır. Bu da bir emzirme mesajı olarak burada dursun;)

rwqf

Sevgilerimle…

Grip Aşısı İle İlgili Merak Ettiklerimiz

Geçtiğimiz günlerde Oyuncak Müzesinde Dinamikanne Tuğba Babaoğlu ev sahipliği ile grip aşısı hakkında bilgi almak için biraraya geldik. Böyle bir davet açıkçası benim için önemliydi ve soracak o kadar çok sorum vardı ki. Şimdiye kadar hiç grip aşısı yaptırmamış ve grip aşısı ile ilgili duyduklarımdan okuduklarımdan fazlasıyla korkan benim için, sorularımı özgürce işin uzmanlarına sorabileceğim bir platforma gidiyordum. Söz konusu annelik, söz konusu çocuk olunca hepimiz kendimize dahi göstermediğimiz bir özeni gösteriyoruz, bu çok normal, bu çok içgüdüsel bir durum çünkü. Bu sebeple severek katıldım Sevgili Tuğba’nın davetine ve korkularımı sordum Selim Bey’e. Tüm soru ve cevapları aşağıda sizlerin de bilgisine sunacağım. Ama ondan önce belirtmem gereken bir konu var ki, evet benim için Selim Bey’in konuşmaları ve açıklamaları çok ikna ediciydi ama yine de doktoruma mutlaka danışacağım. Bu sebeple siz siz olun, doğru bilgiye doğru kaynaklardan ulaşın ama onu doktorunuzla veya doktorlarınızla yine de mutlaka teyit edin. Çünkü söz konusu biziz ve evlatlarımız;)
Bu arada Selim Bey kim acaba diye merak edenler için kısa bir bilgilendirme. Prof. Dr. Selim Badur, GSK Gelişmekte Olan Ülkeler Aşı Bilimsel Danışması ve Dünya Sağlık Örgütü Aşı komisyonunda görevli Profesör Hekim.
FOTO

Gelelim soru ve cevaplara:
-Grip deyince aklımıza, ‘Domuz gribi, kuş gribi’ geliyor. İyi veya kötü grip diye bir şey var mı?
Aslında bu tip tanımlamalar çok doğru değil. Domuz gribi deyince, sanki daha ölümcül, korkutucu etkenler varmış gibi düşünülüyor. Aslında pandemi dediğimiz kıtalar arası salgınlar döneminde yaşamını yitiren insanlardan daha fazla sayıda insan, normal mevsimsel grip döneminde ölüyor. Gribin zirve yaptığı dönemlerde, kalp krizi veya şeker komasından ölenlerin sayısında ciddi bir artış oluyor. Bu artış da tamamen gribe bağlı olarak kronik hastalıkların tetiklenmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla; gribi ‘domuz’ veya ‘kuş gribi’ diye nitelendirmemek lazım, her türlüsü tehlikeli.
-Havaların soğumasıyla grip hastalığının görülme sıklığı artıyor. Gripten korunmak için alınabilecek önlemler nelerdir?
Kişisel hijyen kuralları, bağışıklık sistemimizi güçlendirecek doğru beslenme alışkanlıkları ve koruyucu aşılardan yararlanarak hem bireysel hem de toplumsal anlamda gripten korunmak mümkün. Doğru beslenme, kişilerin bağışıklık sisteminin sağlıklı çalışması için önem taşıyor. Sağlıklı/düzgün beslenme alışkanlıklarını uygulayarak bizleri çeşitli hastalıklardan koruyacak immün/bağışıklık sistemimizin güçlendirilmesine yardımcı olabiliriz. Ancak genel anlamda, immün sistem için uygun olan “doğru beslenme” alışkanlıklarının dışında, spesifik olarak grip etkeni Influenza virüslerine direkt olarak etki eden bir besin maddesi yok. Bu nedenle koruyucu aşılar daha güvenilir bir korunma yöntemi olarak karşımıza çıkıyor.
-Hastalığın grip olduğunu nasıl anlayacağız?
İki şekilde ayırt edilir. Birincisi; grip yüksek ateşle seyreder. Yani ateşsiz grip yoktur. Ama 37 dereceyle seyreden nezle soğuk algınlığı ve diğer virüs enfeksiyonları vardır, tabii onlarda da yüksek ateş olabiliyor. Ama grip muhakkak yüksek ateş yapar. İkincisi; çok ani başlar. Yani bir anda dökülmeye başlarsınız. Grip yatağa yatırır, gribi ayakta geçiremezsiniz.
-Grip aşısı olmanın doğru zamanı nedir?
Aşıda zamanlama çok önemli, artık Türkiye’de gribin aktivitesinin arttığı ve zirve yaptığı dönem değişti. Eskiden Kasım sonu, Aralık başında virüsü görürdük, son 5 senedir grip Türkiye’ye Ocak’tan önce gelmiyor. Şu günlerde Aralık ayında hatta Ocak ayının ilk yarısında ateşli bir solunum yolu enfeksiyonu geçirirseniz emin olun o bir grip değil. Başka virüslerdir. Grip Türkiye’de artık uzun süreden beri Ocak sonu ve Şubat ayı gibi başlıyor. Eskiden Şubat ayında biterdi, şimdi Nisan ve Mayıs aylarına kadar grip dolaşımda. Özetle; grip vakalarının görülmesi biraz ötelendi. Bu durum büyük olasılıkla küresel ısınma ve mevsim değişikliği ile ilintili. Dolasıyısla grip aşısında en ideal dönem; Kasım sonu ve Aralık ayı başı. Hatta Mart ayına kadar bile aşı yaptırılabilir.
-Kaç yaşından itibaren çocuklarda aşı yapılabilir? Yaptırmalı mı yaptırmamalı mı?
Türkiye’de grip aşısının çocuklara uygulanması zorunlu değil. Ama ABD veya Kanada gibi ülkelerde 6 aydan büyük çocuklara aşı uygulanıyor. Çocuklarda grip yaşlılardaki gibi ölümcül seyretmez ama hastaneye yatışlar görülür ve ağır bir ivmede seyreder. Kuzey Yarım Küre’de ne zaman grip görmeye başlıyoruz? Havaların soğumasıyla birlikte açık havadan kapalı alanlara geçiliyor. Sinemalar, okullar, kreşler, AVM’ler gibi bir arada toplu halde yaşanan alanlarda grip etkisi önce çocuklarda görülüyor. Okullarda çocuklar süratle birbirlerine bulaştırıyor ve sonra etki evdeki ebeveynlere ulaşıyor. Dolayısıyla; hastalığın çocuklardan diğer taraflara yayılmasını kesmek lazım.
-Her yıl grip aşısı yaptıran da var, mesafeli durup hiç yaptırmayan da var. Dışarıdan bir maddenin vücuda verilmesi ne kadar doğru? Bu aşılar gelişmekte olan ülkelerde mi deneniyor?
Aşı, sağlıklı olan çocuğunuza yaptıracağınız, ileride karşılaşma olasılığı bulunan bir etkenden korumak için yapılan bir uygulama. Dünya Sağlık Örgütü’nde Aşıların yan etkileriyle ilgili bir komisyonda görevliyim. Aşı karşıtı söylemler sadece Türkiye değil, dünyanın her yerinde var, o nedenle bu tür yaklaşımlara aşinayım. Ancak aşı konusunda yanlış bir algı var. Şöyle bir örnek vereyim;
1998 yılında İngiltere’de Andrew Wakefield isimli İngiliz cerrah Lancet gibi çok saygın bir tıp dergisinde “MMRS yani kızamık aşısı otizme yol açıyor” diye bir makale yayınlandı. Bunun üzerine bütün otistik çocuk anneleri toplandı ve adamı halk kahramanı ilan ettiler. O yıl İngiltere’de bu söylem nedeniyle bir çok aile çocuğuna kızamık aşısı yaptırmadı. Ertesi sene İngiltere’de 987 çocuk kızamıktan öldü. Ve sonradan anlaşıldı ki aradan 10 sene geçince, bu yayındaki bilgiler gerçek değil. Aileler basit bir kızamık aşısı yaptırsaydı bu gibi üzücü durumlar yaşanmayacaktı.
Aşı karşıtı söylemler o kadar popüler ki, bazı anne-babalar ‘Ben çocuğumun doğal olarak enfekte olmasını istiyorum’ diyor. Elbette doğal bir enfeksiyon geçirebilirsiniz, Hepatit A ve kızamıkta olduğu gibi bir de aşı ile enfekte olabilirsiniz. ‘Hangisi daha iyi korur’ derseniz, doğal geçirilen enfeksiyon çok daha sağlam korur. Ama doğal enfeksiyonda yüzde 1/binde 1 bir ölüm veya sakatlık söz konusu olabilir. Bunu göze alıyorsanız, çocuğunuzu aşılatmayın. İkincisi; ‘Çocuklara çok fazla aşı yapılıyor’ söylemi var; ‘Dışarıdan bu kadar fazla madde verilmeli mi’ gibi sorular çok ezbere söyleniyor. Neden? Bundan 10 sene önce çocuklara 7 aşı yapılıyordu ve bunların içinde yaklaşık 3 bin 200 tane protein vardı. Çocukların vücuduna yabancı madde giriyordu. Şu anda aşı takviminde 12 aşı var ama aşılar öyle saflaştırıldı ki, 3 bin 200 protein yerine 125 protein veriliyor. Saflaştırıldı ve sayıları azaldı. Bizim bağışıklık sistemimiz; bırakın 12 aşıyı, yaklaşık 100 bin aşıyı kaldıracak ve ona cevap verecek güçte. Yani immün sistemimize çok yükleniyoruz ve bu nedenle zarar görür yormayalım sistemimizi diye düşünmek çok anlamlı değil. İmmün sistemimizin bu aşılarla 100 binde biri kadarı çalışıyor.

-Gripler bizim çocukluğumuzun griplerinden çok farklı. Aşı yaptırırsak her türlü grip virüslerinden korunabilir miyiz?
200 kadar mikroorganizma çoğu virüs solunum yolu enfeksiyonu yapıyor çocuklarda. Aşı ise bu 200 virüs içinde sadece grip virüsüne karşı korur. ‘Peki 200 tane etken var, grip aşısı sadece birine karşı koruyor, o zaman yaptırmayalım’ demeyin. Çünkü bütün o virüsler içinde ciddi olumsuzluklara yok açan grip virüsüdür. İkincisi, ‘Neden her sene grip aşısı oluyoruz’ diye sorarsanız; çünkü aynı sezon birden fazla kez grip geçirebilirsiniz. Çok sık sorulur: ‘Hepatit veya kızamık aşısı bir kez yapılır ve ömür boyu korurken grip aşısı neden her sene yapılıyor?’ Bu enfeksiyon hastalığın yapısıyla ilgili, aşıyı bir kenara bırakın, bir Hepatit A, Hepatit B geçiren veya kızamık geçiren çocuk ömür boyu bağışıklılık kazanır. Ama grip öyle değil, aynı sezon veya bir sonraki yıl yine gribe yakalanabilirsiniz. Bu durumda her sene aşılanmanızçok doğal.
-Halihazırda grip olan bir kişi ne zaman grip aşısı olabilir?
Grip aşısı olabilmek için ön şart kişinin sağlıklı olması. Gripten korunmak için her yıl mutlaka aşı olmak gerekiyor. Mayıs ayına kadar aşı yaptırabilirsiniz.
-Grip aşısı soğuk algınlığından da koruyor mu?
Grip aşısı o sezon görülen virüslere karşı etkilidir, dolayısıyla soğuk algınlığına karşı korumaz.
-Bazı hastalar, aşı olduktan sonra çok ağır grip geçirdiğini belirtiyor…
Grip aşısı inatçı bir aşıdır. Yani öldürülmüş bir virüs vardır içinde. Ölünün canlanması lazım bunun olması için. Ölü bir virüs canlanmayacağına göre aşıya bağlı grip hastalığı ortaya çıkmaz.
-Gebeler grip aşısı olabilir mi?
Gebelik döneminde doktorlar gebeye ilaç veya aşı uygulamaktan çekinir ama inaktif, yani ölü grip aşısı gebeliğin herhangi bir döneminde gebelerde uygulanması istenen ve Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘gebelere muhakkak yaptırın’ dediği tek aşıdır. Çünkü grip aşısı ile hem anne adayı hem de doğumdan sonra 6 aya kadar bebek korunuyor. Yani gebelerin grip aşısı yaptırmaları gerekiyor. Bizde hala kadın doğum doktorları buna çekinceyle yaklaşıyor ama Batı ülkeleri bunu çoktan uygulamaya başladı.
-Emziren anneler yaptırabilir mi?
Emziren anneler de aşı yaptırabilir, çocuklar ise 6 aydan sonra olabilir.
-Kimler grip aşısı yaptırmamalı?
6 aydan küçük çocuklar yaptırmamalı.
-Soğuk aşı zincirinin korunması gerekiyor, grip aşısı için bu geçerli mi?
Bugün T.C. Sağlık Bakanlığı’nın oturttuğu bir sistem var. Bakanlık herhangi bir bakanlık aşısının hangi eczanede, hangi sıcaklıkta olduğunu barkodlarla takip edebiliyor. Ama grip aşısı bakanlık zincirinde olan bir aşı değil. Zaten grip aşısı inaktif, yani ölü bir aşı olduğu için, oda ısısında kalsa bile bir şey olmaz. Yalnızca canlı aşılar soğuk zincire duyarlıdır.

-Aşı markasına göre etkinliği değişir mi?
Hayır. A veya B firmasının aşılarının birbirinden hiçbir farkı yok. Hiç biri diğerinden üstün değil. Yalnızca, aşılarda şu ana kadar 3 virüs vardı. 2 tane Hepatit A, bir de B virüsü vardı. 2000’li yıllardan sonra görüldü ki, B’nin de ayrıca 2 tipi var ve Dünya Sağlık Örgütü böylece 4’lü aşıyı önerdi. Türkiye’de geçen seneden beri 4’lü aşı bulunuyor. Bunun kullanılması tercih edilir.
-Her sezonda ortaya çıkacak virüs nasıl belirleniyor?
Bunu firmalar belirlemiyor. Dünyada 100’ün üzerinde laboratuvar var, bunlar her yıl hangi alt tip virüslerin olduğunu Dünya Sağlık Örgütü’ne bildiriyor. Onlar da matematiksel modellemelerle bir formül belirliyor ve firmalar buna göre üretim yapıyor. Öngörü tutmazsa aşının etkinliği yüzde 80’den yüzde 60’a iner. Ama sıfırlanmaz. Öngörüler genelde yüzde 99 tutuyor.

Eğer siz de benim gibi pimpirikli bir anne iseniz, doktorunuza da mutlaka danışın ve içiniz nasıl rahat edecekse o şekilde davranın;)
Sevgilerimle…
İnci Akbay

aşı 1

Çocukla Tatil

Bir tatil düşünün. Sabahtan akşama kadar güneşlendiğiniz, istediğiniz zaman kahvenizi içtiğiniz, istediğiniz zaman kitabınızı okuduğunuz ve istediğiniz zaman denize girdiğiniz. Gecenin bir vakti bile kendinizi serin sulara atabildiğiniz. Muhteşem gözüküyor dimi?

Peki, biraz daha değiştirelim, artık bir çocuğunuz da var. İstediğiniz zaman kahvenizi içemiyorsunuz, istediğiniz zaman kitabınızı saatlerce rahat rahat okuyamıyorsunız ve istediğiniz zaman denize giremiyorsunuz.

Hikayeniz birden şöyle değişiveriyor. Çocuğunuzun uyku saatlerine göre program yapmak, çocuğunuza uygun program yapmak, çocuğunuzun istediği şekilde program yapmak. Yorucu mu? Evet. Zor mu? Evet. Bunun adına tatil denir mi hiç? Ben ne anladım böyle tatilden. Evimde otursam daha az yorulurdum, çocuğumun peşinde oradan oraya koşmaktan helak oldum.!!! Diyenleriniz olacaktır ve çocuğunu evde bakıcısıyla ya da anane babaannesiyle bırakıp tatile gidenleriniz olacaktır. Saygım sonsuz ama böyle bir düşünceyi hiçbir zaman anlayışla karşılamamı beklemeyin. Çevremde benim de var tanıdıklarım. Çocuğunu evde bakıcısıyla bırakıp karı koca mis gibi tatile çıkan tanıdıklarım. Yine saygım sonsuz ama anlayışım sıfır benim. Neden mi?

Pedagojik açıdan uygun değil. Pedagogların da belirttiği gibi anne, bebeğinin yaşından +1 gün uzak kalabilir çocuğundan. Daha fazlası çocuğun ruhsal gelişimi için sağlıklı değildir. E böyle bir durumu tatil için mi kullanmak yoksa daha akıllı mantıklı bir neden için mi kullanmak, kararı size bırakıyorum.

Duygusal açıdan yaklaşacak olursam konuya, ben çocuğum olmadan yapacağım tatilden ne anlarım ki.Nefes alamazken onsuz, bırakayım da onunla koşuşturmacadan nefes alamayayım.

Belki de önemli olan o hazza erişmek. Onsuz o hazzı yıllarca yaşamadık mı? Yıllarca her gittiğimiz tatilde istediğimizi yaptık. Yetmez mi? Şimdi bambaşka bir haz yaşayıp, bu bambaşka tatili keyifli hale getirmek değil mi önemli olan? Bunun içinde “Nasıl haz alacağım?” diye düşünmeye bile gerek yok. Çocuğunuzun yüzündeki bir gülümse o hazzın kralını yaşatmaz mı biz annelere.

Peki benim çocukla tatil anlayışım nasıl? Eski tatil düşncelerimden bambaşka aslında. Öyle çok yıldızlı binlerce kişilik oteller değil artık. Daha samimi, daha sıcak, çevredeki güzel enerjileri hissedebileceğimiz bir tatil. Tek tip giyinmiş insanlar, yemek yemek için çılgınca sıra beklemek değil benim beklentim. Mutfağına girip, “Ne var bugün yemekte diyebilmek”. Belki de botanik bahçesinden domatesini, biberini koparıp “Bunları da dahil edelim mi yemeğimize diyebilmek”. Tek tip giyinmiş görevlilerin size gelip memnuniyet anketi doldurttuğu değil de, otelin sahibinin de, garsonunun da gelip masanıza sohbet edebildiği bir ortam.

E böyle bir ortamda denizin çocuğa uygun olması çok önemli. Rüzgar sörfü yapılan bir semte gidip tatil yaparsanız, denize giremedik ama havuzu çok güzeldi dersiniz. Halbuki havuz hiç tutabilir mi denizin yerini. Deniz ile çocuğunuzun derinlik algısından tutun da birçok algısı gelişir, siz istediğiniz kadar olsun havuz olimpikti ama diyin.

Yiyecekler konusuna gelecek olursak, evet benim kafam çok karışık. Evimizde o kadar titizlenirken hazırladığımız yiyeceklerine, binlerce kişiye aynı anda yemek çıkaran bir ortamda ister istemez sorguluyor insan. Hele ki siz de benim gibi beş yıldızlı otellerde görev yapmış bir aşçının itiraflarını okuduysanız. Umarım doğru değildir bu yazılanlar diyerek, merak edenler için bu itiraflardan bir kısımını paylaşayım:

”Eğer her şey dahil sistemin uygulandığı bir otelde tatil yapacaksanız kulak kabartınız. Aşağıdakileri peşinen kabul etmiş oluyorsunuz.

Kırmızı et olarak genelde hindi eti kullanırız. Bu da yapısı gereği fazla süner. Ne kadar pişirirseniz pişirin elastiki bir yapısı vardır. Müşteriler genellikle çok az pişmesinden şikayetçidir.

Balık olarak Alabalık ya da Kuzu Balığı vardır. Kuzu Balığı da tercihen tuzda pişmiş olarak verilir. Aslında tükettiğiniz şey, köpekbalığıdır. Ben hiç kuzu balığı pişirdiğimizi hatırlamıyorum. Tuzda pişirmemizin nedeni, lezzet farklılığını ortadan kaldırmaktır.

Bir gün akşam büfesinde kalan 50 – 60 kg. eti, tabii ki çöpe atmıyoruz. Bu, müsrifliktir. Stajyerlere sosu yıkatıyoruz ve başka bir sos ile bağlayarak ertesi gün büfeye sunuyoruz. Örneğin Demiglace sos ile pişmiş bir yemeğin etlerini alıp Hollandez sos ile tekrar büfeye sunuyoruz.

Pastane bölümü… Hani bir pastaneye gittiğinizde vitrindeki o devasa boyuttaki tatlıları gördüğünüzde ve fiyatını sorduğunuzda içinizi tuhaf bir sevinç kaplar ya… Eve gittiğinizde tüketirsiniz, tadı da çok lezzetlidir ya hani…

Bir akşam önceden kalan artıkları çocuklar büfeden toplar, pastanedeki demi chef’ler bu tatlıları bir güzel yoğurur ve akabinde üzerine pralin, damla drop, çırpılmış krema, en sonunda da meyve aromalı krem şanti ekleyerek tekrar büfeye gönderirler.

Kasaphanede işler, bütün gelen parçalara bakar. Genelde köftelerde dana döş ve gerdan kullanılır. Eğer menüde Adana Kebap ya da Urfa Kebap var ise yemeyiniz. Tekrar söylüyorum, her şey dahil sistemin olduğu bir otelde Adana Kebap yemeyiniz. Elinizi bile sürmeyiniz.

Soğuk bölümünde ise işler çığrından çıkmıştır. Genel olarak, yapılan portör muayenelerinde gaita oranı çok yüksektir. Bunun nedeni, mutfak personelinin hijyeninin yanı sıra mayonez içerikli yiyeceklerin bu bakterilerin gereğinden fazla üremesini sağlamalarıdır. 2000 kişilik bir otelde yapılan rus salatasını, aşçıların elleriyle harmanlamadığını düşünmez birazcık saflıktır.

Eğer Türk Gecesi var ise ve menüde çiğ köfte de mevcutsa hemen koşa koşa gidip atlamayın. Önce bir düşünün. 1 kg. çiğ köfte 2 saatte yapılıyor. Orada bulunan çiğ köfte en az 20 kg.’dır. Eğer tam kıvamında olduğunu düşünüyorsanız işler sandığınızdan daha kötüdür. Stajyerler ayaklarına poşet giyer ve büyükçe bir kazanın içinde bir güzel yoğururlar. Kıvamı mükemmel oluyor ama tadını bilmiyorum. Müşteriler iyi olduğunu söylüyor.

Mümkün olduğunca şov olarak tabir edilen, o anda hazırlanan yemekleri tercih edin. Sıra bekliyorsunuz, biliyorum. Lezzetsiz ama hijyeniktir.

Pasta tüketecekseniz dilimlenmiş yaş pastalara ağırlık vermeyiniz. Detayına girmeyeceğim, başım belaya girebilir.”

Diyorum ya bu aşçının itirafları umarım doğru değildir ama insanın çocuğu olunca ve geçen yıl gittiği Türkiye’nin en önde gelen otelin yemeği ile zehirlendiyse, iyice kafasının karışması ve mutfağına girip, “Eee ne var bu akşam yemekte?” diye sormak istemesi gayet normal karşılanabilir.

Bebeğimiz doğmadan önce gittiğimiz tatillerden bir tanesi müthişti. (Hadi bu da benim kıyağım olsun otele. Perdue idi ismi.) Detaya girmeyeceğim yukarıda anlattıklarımı fazlasıyla yaşadığımız müthiş bir yerdi ama çok önemli bir kuralları vardı. “Biz çocuklu ailelere hitap etmiyoruz, biz çiftlere çok keyifli bir tatil vaat ediyoruz” mantığı ile oluşturulmuş bir yerdi ve çocuk amiyane tabiri ile yasaktı.Temennim odur ki, sadece çocuklu aileler için de bir otel olmalı ve kuralları da “Bizim konseptimiz çocuklu aileler için ve biz bu sebeple çocuksuz aile kabul etmiyoruz” mantığı ile oluşturulmalı. Ama sanki kendi çocuklarına hazırlarcasına oluşturacakları bir ortam ile.

Yeter ki sevgimize sabır da dahil olsun, çocukla her şeyin tadını doya doya çıkarabiliriz o zaman;) …

Sevgiyle ve sabırla kalın…

Keyifli tatiller…

Kutu Deyip Geçmeyin…

Boş bir kutunuz var, ya içine bir şeyler koyup kilere kaldıracaksınız, ya taşınırken “belki kullanırız” diyeceksiniz çöpe atacaksınız ya da çocuğunuz için müthiş bir oyuncağa dönüştüreceksiniz. Seçim sizin;) Biz boş molfix kutusunu kızımız için müthiş bir oyuncağa dönüştürmeyi seçtik. Nasıl mı?

IMG_4857

Metalik renkte ( gri) parlak kartonlar ve renkli evalarla molfix kutusu bir fırınlı ocağa dönüştü kızım için.

Aşamaları şu şekilde:

Kutunun her tarafını metalik renkte parlak kartonlar ile kapladık.

Renkli evalardan ( biz mavi, kırmızı, turuncu ve mor renklerini seçtik) bir çay tabağı yardımıyla eşit boyutlarda yuvarlak şekiler kesip, parlak kartonlarla kapladığımız kutunun üzerine yapıştırdık. Ve üzerlerini siyah keçeli kalem ile ocak şeklinde boyadık. ( çizikler attık.)

Ocağın altı yani fırın kısmı içinse, dikdörtgen şeklinde ve fırın boyunca bir parça beyaz kartonu üst tarafına yapıştırdık. Burası fırının düğmelerinin yer alacağı bölümümüzdü. Fırının düğmelerini ise boş bant kaplarından yapıp üzerlerini yine evalardan çay bardağı yardımıyla eşit boyutlarda kestiğimiz yuvarlaklar ile kapladık. Fırınımızın düğmeleri de hazırdı.

Peki fırınımızın tutacağı? Kahverengi bir eva kağıdını rulo şeklinde yapıp, dağılmaması için birkaç yerinden bantlayıp iliştirdik fırınımızın orta yerine.

Bir de kalın kartondan ocak arkalığını da ilave edince oldu bize müthiş bir fırınlı ocak;)

Evet biz uzun uzun bu ocağımızın başından ayrılmıyoruz ve kızımızın bize yaptığı müthiş yemeklerin tadını çıkarıyoruz;)

IMG_4936

IMG_4946

Kutu deyip geçmeyin yazmıştım ya başlığa, gerçekten de öyle. İşte kutularla yapılan birkaç oyuncak pardon şaheser ( aşağıdaki görseller internetten alıntıdır)… Hep derim ve yine de diyorum, yeter ki oyun oynamak isteyelim yeter ki içimizdeki çocuğun hayal gücümüze eşlik etmesine izin verelim.

Sevgilerimle…

karton ev 1

karton ev 2

karton ev 4

IMG_5449

 

 

 

İki Çizgi Film Anne Sınavından Geçebilecek mi?

Bebeğim 21 aylık ve rutin gelişim kontrolleri için pedagogumuza gittiğimizde artık çizgi film zamanı dedi bize. Konuşması bol, keyifli ve öğretici çizgi filmleri izleme zamanımız gelmiş.

Bunun üzerine çevremdeki arkadaşlarıma sormaya başladım hangi çizgi filmleri izliyorsunuz diye. Arkadaşımın kızı konuşmamıza kulak verdi ve Sofiaaaa diye bağırdı. Evet Prenses Sofia imiş kastettiği. Disney Channel da hafta içi her gün saat 17:00’da yayınlanıyormuş dediğine göre. Ailecek birlikte izliyorlarmış. Mütevazi bir prenses imiş Sofia. Okula alışma, kardeşlik ilişkileri geliştirme, yeni arkadaşlar edinme, cesaret ve dürüstlüğün önemi gibi minik izleyicilerin büyürken karşılaştığı birçok durumu ele alıyormuş.

Aklıma yatmıştı ama önce benim kontrolümden geçmeliydi. Hani yemeğini yedirmeden önce sıcak mı diye kontrol eder ya her anne, kitap, televizyon ve oyuncak ise konu aynı şekilde kontrol edilmelidir bence. Bir kitap alırken önce okuyup öyle alıyorum bebeğime uygun mu diye, bir çizgi film izleyeceksek de önce ben izliyorum sonra tanıştırıyorum bebeğim ile. Paranoyak bir anne miyim sizce. Yok yok bence olması gereken gibi bir anneyim. Çünkü bilinçaltına uygun olmayan içeriklerin girmesini istemiyorum çünkü o içeriklerin bebeğimin gelişimini ve geleceğini nasıl şekillendireceğini düşünebiliyorum.

Bu sebeple başladım Sofia’yı araştırmaya. 12 yaşında, annesi Kral ile evlendikten sonra sarayda yaşamaya başlıyor Sofia. Kralın diğer çocukları ile kardeşlik kavramını öğreniyor. Özel güçler de edinip, bu güçlerini yardım amaçlı kullanıyor. Ve yardımlarının sonucunda hayvanlarla konuşma yetisi kazanıyor. Kendisi de yardıma ihtiyaç duyduğunda Disney prenseslerini yardıma çağırabiliyor. ( Pamuk Prenses, Sindirella gibi )

Prenses Sofia benim sınavımdan geçmişti. Öyle kolay değildir çünkü bir annenin sınavından geçebilmek. Nasıl mı geçti? Prensesliğin doğuştan değil sonradan kazanılabilen bir özellik olduğunu gösteriyordu çünkü. Mütevazi ve yardımseverdi çünkü. Kardeşlik ilişkilerini tatlılıkla gösteriyor, yeni arkadaşlar edinmenin nasıl keyifli olduğunu gösteriyordu çünkü. Cesaretin ve dürüstlüğün önemini tatlı tatlı yaşıyordu çünkü. Hayata gülen gözlerle bakan bir Sofia, bizim arkadaşımız olabilirdi evet. Çünkü çizgi filmdeki karakterler bizim evimizin misafiridir, bebeğimin arkadaşıdır, bu yüzden belki de bu kadar titiz davranmam.

PRINCESS SOFIA, CLOVER

Disney Channel çizgi filmleri arasında “Jake ve Varolmayan Ülkenin Korsanları “ ile de karşılaştım. O da hafta içi her gün saat 11:30 da yayınlanıyormuş ve başladım yine araştırmaya. Hatta Jake ‘i daha bir coşkuyla araştırdım. Çünkü çizgi filmin ve oyuncakların cinsiyeti olmadığına inananlardanım. Gelişimi için zengin bir kaynak olmalı. Bu zenginlik faydalarıyla zenginlik kazanır. Bu sebeple ‘’Eyvah kızım arabalarla oynuyor’’ ‘’Eyvah oğlum bebeklerle oynuyor’’ gibi bir durumda ‘’ Eyvah’’ kelimesinin yerine ‘’ Ne güzel ki ‘’ kelimesi gelmeli. Çünkü bu tamamen sağlıklı gelişimin bir göstergesi aslında. Bu sebeple geçenlerde arkadaşımın oğluna hediye olarak tencere tabak oyuncak seti almışlığım vardır.

Çizgi film için de aynı şey geçerli. O zaman kızım Prenses Sofia’yı izlesin, oğlum Jake’i gibi bir bakış açısının yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Sağlıklı bir kimlik gelişimi için kız erkek ayrımı yapmadan anne sınavından geçen içerikleri özgürce izlemeye fırsat vermek gerekir inancındayım. Bu sebeple Jake bakalım benim sınavımdan geçebilecek miydi?

“Jake ve Varolmayan Ülkenin Korsanları”, minik izleyicileri Korsan Jake, arkadaşları ile müzik dolu bir hazine avındalar. Bu keyifli yolculukta takım çalışması, problem çözme kabiliyeti ve fiziksel aktivitenin önemi vurgulanıyor.

Jake de benim sınavımdan geçmişti. Nasıl mı? Duygusal, sosyal, fiziksel ve zihinsel gelişime katkı sağlayacak mesajlar veriyordu. Aynı zamanda çocukların ve yaratıcı zekası ve ahlaki gelişimi de içerikle destekleniyordu. Dostluk ve birlik olmanın sonucu kazanılan başarılar üzerinden takım çalışmasının önemi vurgulanıyordu. En keyifli kısmı karakterlerin her biri farklı özellikler taşıyor Örneğin, bir tanesi takımın kendine güveni yüksek lideri, diğeri harita kullanma becerisiyle her zaman doğru yolu bulmalarına yardımcı oluyor, bir diğeri ise buldukları ganimetleri kullanışlı hale getiriyor ve sorunlara karşılık yaratıcı çözümler buluyor gibi. Ve bir araya geldiklerinde takım çalışmasının keyifli sinerjisi anlatılıyordu.

JOLLY ROGER, BUCKY, JAKE, IZZY, CUBBY, SKULLY

Bizim için çizgi film karakterleri de oyuncaklarımız da kitaplarımız da evimizin misafiri hatta evimizin bir bireyi gibidir, bizim arkadaşımızdır. Biz oyuncaklarımıza da çizgi film kahramanlarımıza da kitaplarımıza da çok iyi davranır, özen gösteririz arkadaşlıklarımıza onlarla.
İki yeni arkadaşımız daha olacak artık bizim. Sofia ve Jake. Birkaç ay sonra 2 yaşına girecek olan bebeğim yeni arkadaşları ile tanışacak, bakalım arkadaşlarımız ve arkadaşlıklarımız nasıl olacak Sofia ve Jake ile;)

Prenses Sofia ve Jack ile arkadaşlık kurmak ve daha yakından tanımak isterseniz;

http://www.disneyturkiye.com.tr/disney-junior/brand/prenses-sofia.jsp?

http://www.disneyturkiye.com.tr/disney-junior/jake-ve-varolmayan-ulkenin-korsanlari/?

https://www.facebook.com/disneyjuniortr?fref=ts

Keyifli arkadaşlıklarla ve sevgiyle kalın…
İnci Akbay

Bu Anket Hediye Kazandırıyor!

Siz de 3 farklı Allegra Çocuk anketimize katılarak, bebek ürünlerinden birini ya da 100 TL’lik Joker hediye çekini kazanma şansı yakalayın.

Bebek Arabası Anketi 

Aşağıdaki linkte yer alan anketimizi tamamlayan katılımcılar arasından çekilişle belirlenecek 1 kişi en son model bebek arabası ve 15 kişi 100 TL değerinde Joker hediye çeki kazanacak.

Ankete Katılmak için;  

Çocuk Oto Koltuğu Anketi

Aşağıdaki linkte yer alan anketimizi tamamlayan katılımcılar arasından çekilişle belirlenecek 1 kişi en son model çocuk oto koltuğu ve 10 kişi 100 TL değerinde Joker hediye çeki kazanacak.

Ankete Katılmak için;

Bebek Aksesuar Ürünleri 

Aşağıdaki linkte yer alan anketimizi tamamlayan katılımcılar arasından çekilişle belirlenecek 2 kişi güvenlik kapısı, 5 kişi beslenme aksesuar seti ve 5 kişi 100TL değerinde Joker hediye çeki kazanacak.

Ankete Katılmak için;

Hadi hemen katılın, birbirinden değerli hediyeleri kazanan siz olun!

Bir boomads advertorial içeriğidir.