Kategori arşivi: Mavi’nin Günlüğü

Annelikse Mevzu…

Annelikse mevzu herkesin söyleyecek bir lafı vardır bu ülkede. Nasıl ki her ana haberlerden sonra herkes ülkeyi kurtarır,herkes en iyi siyasetçi olur ya da her hafta sonu maç yenilgilerinden sonra herkes takımın kadrosunu, oyun şeklini değiştirir, en iyi antrenör olur. Annelikte de böyle işte. Bu ülkede en çok hakkında eleştirilen ya da yorum yapılan konular siyaset, spor ve anneliktir herhalde. Pek tabiki birinci sırada annelik vardır . Doğum yapacağınız şeklinizden tutun da, bebeğinizin uyku rutinine, beslenme düzenine, sizin emzirme şeklinize kadar belki de. Nasıl oluyor da , 7-24 vakit geçirdiğiniz bebeğinizi siz de iyi tanıyorlar diye şaşar kalırsınız bir yandan. Diğer yandan kafanız allak bullak olur, her kafadan çıkan sesler, size yanlış mı yapıyorum acaba diye sorgulatır defalarca.

Sütün yetmiyordur senin baklava ye- Baklava yeme sakın kilo yapar soğan ye- Soğan yeme sakın gazdan çatlatırsın bebeğini sen baklava ye…

Emziğe alıştırmadın mı daha-Emzik verme damakları yamuk olur- Emzik versene ağlayınca verirsin ağzına susar- Yok yok emzik verme memeyi bırakır…

Ayağında sallasana, uyuyamıyor belli ki- Aaa bu zamanda sallayarak mı uyutuyorsun- Ver bana bak iki dakikada nasıl uyutucam sallayarak- Aman sallamaya alıştırma sakın…

Aç bu çocuk aç, ben ona hemen muhallebi yapayım- Amaan sakın şekerli şeyler verme çocuğa- Mama ver mama- Ne maması sen muhallebi ile büyüdün- Bence emzir sen- Yok yok bence mama verin- Aaa hazır mamalarla mı büyütüyorsun…

Tanıdık geldi dimi bir yerlerden hem de çok tanıdık belki de. Evet annelikse mevzu herkesin söyleyecek bir sözü, herkesin eleştirecek bir cümlesi, herkesin verecek bir aklı var. Ama insan bazen ne eleştiri, ne akıl ne de söylenecek bir söz duymak istiyor. İnsan bazen annelerse çoğu zaman sadece onaylanmak ihtiyacı hissediyor. Ne güzel bakıyorsun çocuğuna, sen ne kadar iyi bir annesin, maşallah bebeğin çok sağlıklı görünüyor gibi. Zor mu, bence değil. Bence çok kolay aslında. Ama insanoğlunun mizacına mı ters bu durum yoksa kendinden başka bir anneyi alkışlamaya mı ters bilemiyorum. Belki de bize de ters. Hangimiz kendimizi alkışlıyoruz acaba. “Ben iyi bir anneyim” dediğimiz zamanların sayısı çok mu yoksa az mı. Bunu mu sorgulasak ki.

Buldum evet. Bence ne başkaları biz anneleri sorgulasın, ne de biz kendi anneliğimizi. Akışına bırakalım biraz da. Sorgusuz sualsiz hem de. Sadece sevgiyle.

Herkesin anneliği farklıdır çünkü. Tıpkı herkesin bebeğinin mizacının farklı olabileceği gibi. Kimi az uyur, kimisi çok. Kimi yemeyi sever, kimisi sevmez. Kimi dans etmeyi sever, kimisi şarkı söylemeyi… Ve daha bir sürüsü aslında. Bunu da en iyi anne hisseder. İşte bu yüzden ah akışına bir bırakabilsek ” ne güzel annesin” enerjisini doya doya alabilsek , ” ne güzel anneyim ” enerjisiyle yaşayabilsek…

O zaman “Ne güzel anne ” olan benden , “Ne güzel anne” olan sizlerle selamlarımla;)

 

 

 

Bebek İşaret Dili Atv Ana Haber

Bebek işaret dili bebeğinizle kuracağınız iletişimin en kolay, en eğlenceli, en doğal yollarından birisidir. Bebek işaret dili, bebeğinizin en karmaşık gibi görünen düşüncelerini ve ihtiyaçlarını size rahatlıkla anlatabileceği bir yöntemdir. Bu yöntem sayesinde daha az ağlama, daha az hayal kırıklığı, ebeveynlerle olumlu etkileşim, daha mutlu bebekler, daha mutlu ebeveynler ve özgüveni yüksek bebeklerimiz hayata güçlü ve pozitif bir başlangıç oluşturur.

27.Ocak.2015 tarihinde Atv Ana Haber de yayınlanan “Bebeklerin Dili ” haberini izleyelim mi hep birlikte;)

Küçük Mimar Mavi

Bir dünya düşünün, içinde küçücük kaldığınız ve hiçbir şeye yetemiyorum diye düşündüğünüz. Kendinizi ne kadar kötü hissedersiniz dimi. İşte bu sebeple çok özen gösterdim evimizdeki düzene, bebeğim Mavi’nin oyunlarına ve oyuncaklarına. Kendimce kurmaya çalıştığım düzende, nasıl ki biz büyükler için herşey mümkünse, bebeğim içinde herşey mümkün olmalıydı. Kendi boyuna ve boyutlarına göre bir dünya. Kendini yetersiz hissetmeyeceği, aksine kendi hayal gücüyle oluşturabileceği ve o güzel hayal dünyasında yaşayabileceği bir düzen. Bizim yapacaklarımız minicik düzenlemelerdi aslında, ama onun için öyle büyük öneme sahipti ki. Kendi boyuna uygun bir askı gibi. Kendi boyuna uygun bir ayna gibi. Kendi oyuncağını kendisi yapıp oynayabilmesi gibi ya da oyuncağıyla hayallerinde canlandırdığı bir dünyaya girebilmesi gibi.

İşte tam da böyle düşüncelerdeyken karşılaştım Küçük Mimar’la. Kalamış Aile Festivaline konuşmacı olarak davet edilmiştim ve oyunun önemini anlatacaktım. Konuşmamın öncesinde gözüm bir standa takıldı. Kendilerine uygun maketleri birbirinden tatlı çocuklar boyuyor, içlerine girip çıkıp, girip çıkıp eğleniyorlardı. Onların o müthiş dünyasını izlerken mest olmuştum adeta ve kendimi standın başında buluverdim hemen. Bu müthiş buluşun sahibesini tanımak istemiştim. Çok tatlı bir bayan geldi yanıma Bahar isminde. İki kişiydi aslında gelen yanıma karnındaki minik mucizesiyle birlikte. Hayranlığım iki kat artmıştı dolayısıyla. Güzel bir sohbet eşlik etti bize ve Mavi’ye bu maketlerden birini alıp hayal dünyasını izlemek için sabırsızlanmaya başlamıştım.

Sonuç tahmin ettiğimden çok daha keyifli oldu. Bir trendi benim seçtiğim. Cuf Cuf Cuf diye evin içerisinde geziyordu bir süredir çünkü Mavi.

Bana Mavi’nin o müthiş keyfini ve hayal dünyasını izlemek kaldı. Bir süredir her günümüz trende geçiyor. Anlayacağınız biz bir süredir trenle uzun bir yolculuktayız. Bebeğimin hayal yolculuğunda hem de;)

Mutlaka göz atın derim http://www.kucukmimar.com/

Eminim sizler ve çocuklarınız için de harika bir hayal yolculuğu deneyimi olacak.

Keyifli yolculuklar;)

Sevgiyle ve Oyunla Kalın…

IMG_0736

 

Anneliğimdeki En Büyük Yanlışlarım; Kaş Mimarı Nursun Yıldız

Yıllardır kaş denilince akla ilk gelen isimlerden biri Nursun Hanım. Kendini, işiyle hem Türkiye hem de Avrupa çapında kanıtlamış biri. Mesleği ile ciddi bir üne kavuşmuş ve gerçekten çok başarılı bir iş kadını. ”Ne iş yaparsanız yapın, aşkla yapın ve o zaman mükemmel olacaktır.” mottosu ile haraket eden Kaş Mimarı Nursun Yıldız Belet anneliği ile ilgili itiraflarda bulundu. Aslında çoğumuzun kendinden çok şey bulacağı ve yine çoğumuzun kendine ders çıkaracak niteliğinde olan anneliği ile çok samimi itiraflardı bunlar. Bu kadar mükemmel bir kadının, bu kadar kendine buram buram özeleştiri yapabilmesi büyük bir hayranlığa sebep oldu ben de. Çünkü söz konusu annelikti. !!!

Anlatmaya başlıyor Nursun Yıldız:

”6 aylıkken annemi, genç kızken de babamı kaybettim bu noktada da hayata tutunmak için çok güçlü olmak zorundaydım. Değersizlik ve aile olma duygusunu öyle derinden hissediyordum ki, bir an önce ailem olmalıydı benim de, dört elle sarılmalıydım aileme. 22 yaşında bir an önce aile olmaya özlemim ve de ablama daha fazla yük olmamam gerektiği ile birlikte bir yuvam olsun istedim. Mantık evliliği yaptım ve mantık evliliği kadar mantıksız bir şey de hayatımda görmedim. Maalesef ki aşk sevgisi ile değil, insan sevgisi ile yürüttüğüm bir evlilikti.

Bir buçuk sene sonra oğlumu aldım kucağıma. Aşk girmedi hiçbir zaman evliliğimize ama oğlumuzun doğuşu ile birlikte daha da mantıklı hale gelmişti artık evliliğimiz. Nasıl mı daha da mantıklı hale gelmişti? Çünkü ben küçücük yaşlardan itibaren annesizliğin de babasızlığın da ne olduğunu çok iyi biliyordum ve oğlumun bu tarafı eksik kalmasın diye evliliğimizi mantık çerçevesinde yürütmeliydim. Doğru mu yaptım bilmiyorum ve belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ama olmadı işte, mantık ta bitti ve boşandık. Artık oğlumun hayatında baba figürü de yoktu, bir kardeşi de yoktu, akrabaları uzaktaydı ve acı gerçek anne oğul baş başaydık artık. Ve bu başbaşalık bana annelik yolumda aslında öyle büyük yanlışlar yaptırmış ki ben farkında olmadan.”

Ve anlatmaya devam ediyor Nursun Yıldız, annelik yolundaki en büyük yanlışlarını, bazen gözleri dolarak, bazen gülerek, bazen de sinirlenerek…

”Oğlumu büyütürken aslında her anne gibi, tamamen annelik içgüsüyle , kimselere muhtaç etmemek duygusu ile yaptığım en büyük yanlışlarım aslında benim en büyük pişmanlıklarım ve en büyük keşkelerim olarak kalacak hayatımda. Tamamen iyi niyetli ama belki de çocuğumun da benim de geleceklerimizi öyle etkiledi ki bu yanlışlarım. Oğlum şimdi 27 yaşında ve dönüp te 27 yılımıza bakıyorum, keşkee şimdiki aklım olsaydı!!!

Boşanmış annenin sorumluluğu ( eğer sorumluluk sahibi bir anneyse) öyle çoktur ki, bunu ancak yaşayan bilir ve yaşayan anlar. Bir de bunların üstüne geçmişe dayalı anne babasızlığın, anne baba sevgisi ile büyüyememenin getirdiği endişeler de eklenirse, öyle büyük bir kaygı girer ki insanın ruhuna, gelecek kaygısı sarar resmen tüm benliğini. Ve de artık o bir anne ise, o gelecek kaygısını sadece çocuğu için yaşar.
Anne olmak içsel bir canavarlık gerektirir zaten.Bu da ben de fazlasıyla var olan bir duygudur. Ben buna canavarlık diyorum artık, ama aşırı korumacılık olarak bilin siz.Çoğu anne gibi ben de aşırı korumacı bir anneydim.
Oğlum küçük, koşarken düştü diyelim ya da düşmek üzere, ondan önce uçar kaldırırdım, düşmesine bile izin vermezdim.
Oğlum büyüdü, ben hala aman iyi mi bir şey olmasın diye aşırı korumacı içgüdülerimle devam ettim anneliğime. Koskoca oğluma dışarı çıkarken dahi, hava soğuk ceketini giy diye en basitinden bile onun yerine ben düşünmeye çalıştım, belki de onu herşeyden çok düşündüğüm ile alakalıydı.

Her an korumacı ve annenin her rolü olmak zorunda olduğum bir dönemdi. Hem anneydim, hem baba, hem kardeş, hem amca, hem idol…. Her rolde olmaya çalıştım. Sırf benim yaşadığım aile sevgisi eksikliğini hissetmesin diye.Sevgilisi hariç çocuğumun her şeyi olmaya çalıştım kendimce. Sırf bir tarafı eksik kalmasın, daha iyi yetişssin diye. Arkadaşıydım, dostuydum, annesiydim, babasıydım, teyzesiydim, amcasıydım..neyse uzatmayalım görümceye kadar gider:)

Şimdiki aklım olsaydı eğer, ne bu kadar korumacı bir anne olurdum, ne bu kadar her role girmeye çalışırdım, ne de oğlumla arkadaş dost olacağım diye uğraşlarım olurdu. Şimdiki aklım olsaydı eğer sadece ‘’Anne ‘’ olurdum. Nasıl mı?

Aşırı korumacılık ile çocuğumun kendi kararlarını alabileceğini unuttum, hep sanki ben biliyordum onun için neyin iyi olacağını. 10 aylıkken de 10 yaşındayken de aslında o hep bir bireydi ama annelik işte, üzgünüm…

Taa ki bana bir gün isyan edip ‘’Bırak benim yerime karar almayı’’ dediği, benden uzaklaştığı ve benden kopma noktasına geldiğini hissettiğim an kafama dank etti. Üzgünüm…

Aynı şekilde annesiz babasız büyümüş ben, eşimden boşandıktan sonra oğlumun herşeyi olmalıyım diye düşünen ben, çocuğuma en iyi arkadaş ta en iyi dost ta olmalıyım diye düşünen ben, herşeye güvensiz olan ben, baba yok amca yok abi yok dayı yok, oğlum yanlış birşey yapmasın, kime koşacağım ki, ya yanlış insanlar denk gelirse ya yanlış tecrübeler yaşarsa ya hayat tokat atarsa diye ben ben ben dedim hep. Arkadaşın da benim, amcan da benim, baban da benim dedim. Taa ki bir gün oğlum yine isyan edip ‘’ Benim arakadaşa ihtiyacım yok, benim anneye ihtiyacım var,ben senin anneliğini hissedemedim’’ dediği anda kafama dank etti. Üzgünüm…

Ama ben onun sadece annesi olmamıştım,herşeyi olmak için uğraşmıştım. Haklıydı ama onun bir sürü arkadaşı vardı ama bir tane annesi vardı ve ben sadece anne olmalıydım. Üzgünüm…

Bunlar benim annelik yolumdaki aslında en büyük yanlışlarımdı. Benim öğretmeye çalıştığım her şey,aslında kendi geçmişimden izler, kendi duyduklarım, kendi gördüklerim ve kendi duygusal açlıklarımdan dolayıydı. Oysa onu daha güçlü hale gettirmek için uğraştığım anneliğimde,oğluma daha da korku aşıladığımı farkettim.

Ah ah ah şimdiki aklım olsaydı… Ben oğlumun hep arkasında oldum ama arkasında olmak yerine hep yanında olsaydım. Onun yerine düşünmektense, onun düşüncelerini dinleyip,kendi fikrimi beyan etseydim. Ben yanındayken kendi tecrübe etmesine ve böyle öğrenmesine izin verseydim.

Ona anne, baba, arkadaş, dost, akraba olmaya çalışmaktsa sadece ANNE olsaydım.

Şimdiki aklım olsaydı, sevgili Üstün Dökmenin de dediği gibi, çocuğuma hep sufle vermek yerine, nereye gittiğini kendi bilen bir çocuk yetiştirirdim.”

Kesinlikle haklıydı, durmadan sufle vermek yerine, nereye gittiğini kendi bilen çocuklar yetiştirelim. Onlar birer birey, biz ebeveynler ise sadece yol göstericiyiz, onlar adına karar verici ya da onların hayatlarını yaşamaya çalışan değiliz.

Sana çok büyük teşekkürlerim var Nursun Yıldız…
Böylesine içten özeleştiri yapabildiğin için…
Bizlere de ışık tuttuğun için…
Kocaman yüreğin için…

DSC_9313

DSC_9309

DSC_9319

 

Sen İyi Bir Annesin…

Hani çoğu insan bazen de kendimiz bile başka anneleri gördüğümüzde mutlaka bir kulp takma, eleştirme, yargılama ihtiyacı hissederiz. Karşımızdaki anne de kendini savunmak için çırpınır, ve belki de beyninin bir köşesinde kalır bu ” ben iyi bir anne değil miyim ” sorguları.

Bebeğini geç yatırırsın sorgulanırsın ” Aaa neden bu kadar geç yatırıyorsun, büyümesine engel oluyorsun” . Tam tersi için de geçerli ” Rahat edeyim diye erkenden yatırıyor çocuğunu ” gibi.

Beslenmesi için sen bir düzen oturtmuşssundur ama söz konusu annelikse herkes ahkam kesmeye bayılır. Alkışlanmazsın hiçbir zaman , hep eleştirilirsin , sorgulanırsın, hımmm diye dudak bükülüp sonrasında başkaları arasında bir dedikodunun içerisinde bulabilirsin kendini. “Yoğurdu evde kendi yapmamıştı gördüm, marketten hazır yoğurt yediriyor çocuğa”

“Yemek yesin diye televizyonun karşısında oturtuyor durmadan”

“Hala konuşamıyor mu, bizimki çok önce konuşmaya başladı”

……

Bu cümleler yazmakla bitmez söylemekle bitmez, düşünmekle bitmez. Ama sözün özü şu ” Herkes kendisi en iyi anne , başka anneler hep bir şeylerde yanlış yapıyor mutlaka “

Bu yazıyı yazmama sebep; yemek yerken karşılaştığım bir kadın oldu. Aslında tüm yaşanmışlıkların duymuşlukların birikimi, bu kadıncağız sadece ateşi yaktı. Yan yana masalarda oturuyoruz ve bebekli bir aile görünce gülümseme, selam verme ihtiyacı hissederim, hoşuma gider çünkü çok. Sohbet başlar başlamaz ” pek gelişmemiş, besleme de yanlış birşeyler yapıyorsunuz bence” dedi ve devam etmeye başladı emziriyorum cevabıma karşılık ” sütünüz yaramıyor demek ki” konuşma devam ediyor ” hiç kelimesi yok herhalde , walla ben çok konuşurum oğlumla ” …

Bu kadıncağız toplam 10 dakikada bebeğimi ve beni analiz etti. Bebeğime ve bana çook kötü notlar verdi. Ben sadece gülümsedim 16 aydır doktor, pedagog, gelişim, okuduğum kitaplar, yayınlarım, aldığım eğitimler, bebeğimin nasıl akıllı , uslu , mutlu bir bebek olduğu, her anını beraber yaşadığımız geldi geçti gözümün önünden ve sadece gülümsedim.

Her anne iyi bir annedir, sadece kendimiz değil. Neden “Sen iyi bir annesin” demeye bu kadar korkar olduk ki, ya da hep mi böyleydi acaba.

A Cup Jo’nun blogundan harika bir yazı hislerime tercüman olmuş. Severek paylaşıyorum:

“Kısa bir süre önce bir seyahatimiz sırasında ortalama ayarda bir zincir restoranda mola verdik. Çocukları masaya oturturken yan bölmede oturan çifti farkettik. Bakışlarında yeni anne baba olmuş olmalarının verdiği şaşkınlık vardı. Tükenmiş, şaşkın, sersemlemiş bakışlarına babanın kucağındaki pusetteki bebek eşlik ediyordu. Bize bebeğimizin ne kadarlık olduğunu sordular, belli ki hiçbir fikirleri yoktu çünkü muhtemelen kucaklarındaki kendi bebeklerinin bir gün sonraki halini bile hayal edemiyorlardı. Yemeğin ilerleyen zamanlarında bebekleri yeni doğmuş bebeklere özgü bir şekilde ağlamaya başladı, hani vardır ya, bu ağlamayı duyduğunuz zaman kendi bebeğinizin artık büyüdüğünü ve ağlamasının artık gerçek gözyaşı ile değişik tonlamalarla olduğunu farkedersiniz. Bu ağlama sesi ile çift etraflarına korku dolu gözlerle hatta panikle etraftakilerin tepkilerine baktılar. Onların yanlarındaki masadan özür dilediklerini duydum, bize affetmemizi ister gibi bakınca anne daha birşey söylemeden ben atladım “Sakın bizden özür dilemeyin. O daha bir bebek ve ikiniz gayet iyi bir iş çıkarıyorsunuz. Bizi kesinlikle rahatsız da etmiyorsunuz.” Kocam onayladı hatta bizimkilerin yorgunluktan bitap düştükleri için doğru durdukları ile ilgili bir şaka bile yaptı. Annenin bakışları yumuşadı ve “Bunu söylediğiniz için çok teşekkür ederim.”dedi.

***

İkinci bebeğime sekiz aylık hamileydim, 2 yaşındaki oğlumu çekiştirerek alışveriş yaptığım marketten çıkıyordum. Elimdeki paketleri arabaya koydum ve oğlumu market arabasından kaldırıp kalçamın kenarına oturttum. Oğlumu yerleştirmeye çalışırken yanıma bir kadın yaklaştı ve elini omzuma koydu. İrkildiğimi ve “Ne olur bana birşey satmaya çalışma be kadın, ellerimin dolu olduğunu görmüyor musun?”diye düşündüğümü hatırlıyorum. Eminim o anda kadına bakışımdan bu hislerimi de net olarak yansıttım, bana sakin bir sesle “Sizi oğlunuzla beraber izliyordum. Kendimin sizin zamanınızdaki halimi düşündüm, en basit bir market alışverişinin bile ne kadar zor olduğunu bilirim. Siz iyi bir annesiniz ve oğlunuzla gerçekten çok iyi bir iş başarıyorsunuz. Hamileliğiniz için tebrikler, herşeyin en iyisini dilerim sizin için.”dedi.

Sersemlemiştim. Aslında istediğim ağlayarak boynuna sarılmaktı ama güç bela teşekkür ederim diye fısıldadım ve yanımdan uzaklaşmasını izledim. Özellikle zor bir gün ya da sıkıntılı bir anım değildi ama birisinin, bir yabancının, bana iyi bir anne olduğumu söylemesi herşeydi aslında.

Neden birbirimize daha sık iltifat etmiyoruz? Ve neden birisi bunu yaptığında çok garip geliyor?

Neden olumlu geri bildirimleri kabul etmek bu kadar zor? “Ebeveynlik”kelimesinin kritik etmeyle ve anne savaşlarıyla körüklenen bir kelime olduğu şu içinde bulunduğumuz zamanda, neden bunun farkına varmıyor ve birbirimize destek olmuyoruz?

Arkadaşlarımın hemen hemen her zaman muhteşem annelik yaptıklarını görüyorum. Onlarla arkadaş olmaktan çok memnunum çünkü zayıf zamanlarımda, onların sözlerinden ve güçlerinden destek alıyorum. Şimdiye kadar çocuklarına karşı bir kere olsun sesini yükseltmeyen ve sabrını kaybetmeyen bir arkadaşım var mesela, bir kere bile! Bunun için ona hayranım ve şimdiye kadar bunu ona söylemedim.

Ne kadar zengin ya da zayıf ya da başarılı olmak, ya da modayı yakından takip edebilmek istiyorsam, iyi bir anne olmayı bunlardan daha çok istiyorum.Tanıdığım her anne; çalışanından, çalışmayanına, evde çalışanından, bir çocuğu olan, dört çocuğu olana kadar, hepimiz aynı şeyi istiyoruz sanırım.

Dolayısı ile, eskiden çocuklarının gözyaşlarını silip onları seven bir anne gördüğümde, her zaman sempatik “ben de oradaydım” tadında gülümserken artık bunu yüksek sesle söylemeye başladım. “Sen iyi bir annesin.” Çocuklarının doğumgünü için bütün gece paralanıp doğumgünü pastası yapan arkadaşım pastanın fotoğrafını paylaşınca yorum yapıyorum. ” Sen iyi bir annesin.”

Mevzu ne yapıyor olduğumuzla ilgili değil: Biberonla beslemek, emzirmek, kek pişirmek ya da keki pastaneden almak- önemli olan sevgi ve iyi niyetle bu yahut benzeri şeyleri yapmak. Çocuklarımızı nasıl sevdiğimiz ve onlara değer verdiğimiz tamamen kişiliklerimizle alakalı ama nedenlerimiz tahmin ettiğimizden daha çok birbirine benziyor. Eğer biz anne babalar olarak daha az zamanımızı etraftaki diğer ebeveynleri kritik etmekle, savunmaya geçmekle harcar ve daha çok zamanımızı birbirimize destek olmakla harcarsak, eminim hepimiz için bu ebeveynlik yolculuğu daha da kolaylaşır.

Hepimiz bazen amigolara ihtiyaç duyarız. sende onlardan biri olabilirsin.

Eğer etrafında tandığın iyi bir anne varsa, bunu ona ilk fırsatta söyle!”

#seniyibirannesin

 

Mavi'nin bir günü

Mavi bize bir gününü kendi anlatmak istemiş:)

Sabah 10:00 da uyanıyorum. Oooh ne güzel uyanıyorum, hem de bir neşe bir neşe ki sormayın gitsin. Keyfime diyecek yok sabahları. Uyandığımı anlayınca annem hemen geliyor yanıma “ Günaydın bebeğim , ne güzel bir gün değil mi” diye şarkılar söylemeye, beni durmadan öpüp koklamaya başlıyor. Bayılıyorum bu kadına:)

Sonra yoga zamanı ahh ne çok seviyorum ne çok eğleniyorum yoga yaparken. Annem hamileyken de yapardı yoga, oradan aşinayım zaten “ nefeees al, nefeees ver”:)

Sonra şurup vakti benim için. Sevmiyorum sevmiyorum sevmiyorum işte şurup içmeyi. Önce demir şurubu sonra vitamin şurubu. İkisinin de şarkılarını ezberledim artık. “6 damla şurup içiyoruz ki biz” demir şurubu için. “A, C, D vitaminleri çook iyidir ki” vitamin şurubu için.

Oh şurup faslımızı da tamamladık haydi o zaman kahvaltıya.

Kahvaltımızı da yaptık en sevdiğim zamanlardan biri geldiii. Kendi kendine oyun zamanı. Bu zaman için annem bana içi oyuncak dolu bir kutu getiriyor, bu kutuların içindeki oyuncaklar haftada bir değişiyor, kategorize ediyormuş oyuncakları. Ben de 1 ay önce oynadığım oyuncağı unutuyorum, ne heyecanlanıyorum yeniden görünce yahu ben 1 ay önce oynamıştım zaten bunlarla bebek kafası işte:)

Oyunumu da oynadım uykum geldi benim, 3 saatte bir uykum geliyor çünkü. Anneciğimi emerek ve uyku arkadaşım kuzuyu dinleyerek mışıl mışıl uyuyayım o zaman. İyi uykulaaaar.

Günaydınnnn:) Uyandım ben. Bir iki saat arası uyku yetiyor bana ara uykularda.

Yaşasııın şimdi çorba zamanı. İnşallah menüde ıspanak çorbası vardır, bayılıyorum ıspanak çorbasına. Hemen tarifini vereyim sizlere ki bol bol yapılsın bol bol içelim hepimiz oleeyyy:)

“1 patates, 1 havuç, bol miktarda ıspanak, 1 yemek kaşığı çift çekilmiş dana kıyma, göz kararı esmer pirinç, göz kararı bulgur, zeytinyağı ve su. Pişiriyoruz çiğden tereyağı koyup çırpıyoruz. Yeme de yanında yat”

Çorbamızı da içtik yaşasın şimdi gezme zamanı bizim için. Hemen hazırlanalım süslenelim, uyumlu giyinelim, anne kız takım takım giyinmeye bayılıyoruz da biz. Sonra hooop dışarı. Çok romantik bir kadın benim annem. Çiçekleri, böcekleri seviyoruz, mis gibi havayı kokluyoruz, insanları, arabaları sayıyoruz merhaba diyoruz el sallıyoruz.

Evimize geldik. Kendi kendine yeme zamanı şimdi de. Bu zamanı da çok seviyorum ben. Annem beni mama sandalyesine oturtup önüme parça parça yiyecekler koyuyor kendi önüne de parça parça yiyecekler koyuyor, sonra da oturup “Haydi tatlım birlikte kendi kendimize nasıl da güzel yiyeceğiz şimdi diyor” romantik bir çocuk şarkısı da açıyor, bir tek mum eksik inanın. Keyifli keyifli sohbet ederek yemeğimizi yiyoruz. Benim anlamadığım annemin önü, üstü başı tertemiz kalırken, benim önüm, üstüm başım yerler hep kirleniyor.

Yine uykum geldi benim. Anneciğiiim beni hemen uyutur. Ah meme seni ne kadar çok seviyorum bir bilsen.

Uyandım ben:) Bu sefer bir saatlik uyku yetti bana. Oooo babam da gelmiş, yakışıklı, güleryüzlü babam benim. Hep birlikte akşam yemeği yiyeceğiz yaşasınnnn.

Yemek bitsin diye sabırsızlanıyorum, çünkü yemekten sonra hep birlikte dans ederiz biz her akşam. Güzel bir şarkı açarız. En sevdiğim şarkı “ben bay güneşim”. Bu şarkı da sayılara gelince zıplıyoruz çünkü hep birlikte.

Bazen de dans zamanı yerine kahkaha zamanı yapıyoruz. Bu zamana da bayılıyorum. Annem “Kahkaha zamanı başlıyor yaşasın” diyor ve durduk yere annem de babam da kahkaha atmaya başlıyor. Benim de komiğime gidiyor tabii, sonra ben de gülmeye başlıyorum. Bazen gözlerimizden yaşlar gelinceye kadar gülüyoruz. Nasıl rahatlıyoruz anlatamam.

Uyku öncesi sakin keyifli oyun zamanında sıra. Bu oyun da annem, babam ve ben üçümüz oynuyoruz. Ailecek olmanın keyfi başka gerçekten de.

Ooo banyoya gidiyoruz. Nasıl da cıvıl cıvıldır şimdi banyo. Annem hemen süslemiştir küveti renkli renkli ışıklar ve banyo oyuncaklarım ile. Bir de güzel bir banyo şarkısı açmıştır benim için. Hooop babam beni kucağına aldı yaşasıınn koridorda banyonun yolunu tutmaya başladık ben de bir heyecan bir heyecan, sevinç çığlıkları atarak küvete giriyoruz.

Aaa bitti banyodan çıkma sırası zannedersem, çünkü bornozumu getiriyor annem. Hayıııır çıkmak istemiyorum basıyorum ben de yaygarayı.

Kaçınılmaz son tabiî ki de çıktık banyodan annem beni sakinleştirecek sözler söylüyor. Yatağa doğru gidiyoruz, anlaşılan uyku rutini zamanı benim için. Bir anda unutuyorum banyodan çıkış üzüntümü. Çünkü uyku rutinimizi de çook seviyorum. Annem bana güzel güzel masaj yapıyor önce, dişlerime bile masaj yapıyor, rahatlıyor kaşıntılarım, saçlarımı okşuyor tarıyor, pijamamı giydiriyor, Sonra babam eline uyku öncesi kitabımızı alıyor ve bana keyifli keyifli okuyor, resimleri anlatıyor. Sonra ikisi birden öpüyor beni ve iyi geceler meleğim diyorlar. Annem yanıma yatıyor oooo meme geldi, babam da odadan çıkarken klasik müziğimi açıyor. Ben de emerek müziğimi dinleyerek mışıl mışıl uyuyorum.

Seni seviyorum anneciğim,

Seni seviyorum babacığım.

Walt Disney Hayali…

Kayıp Balık Nemo, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Aslan Kral, Külkedisi Sindrella, yalan söyledikçe burnu uzayan Pinokyo, sevimli köpekler 101 Dalmaçyalı, Uyuyan Güzel… Bu karakterleri hayatımıza kazandıran kişi Walter Disney; yani hepimizin yakından tanıdığı ve çoğumuzun onu da bir çizgi karakter sandığı Walt Disney…

Geçenlerde Walt Disney Company ile blogger anneler olarak bir araya geldik. Ve Walt Disney’in eğlenceli dünyasına dahil olduk. Walt Disney kişi olarak benim için farklı bir noktadır, çünkü hayallerinin peşini asla bırakmayanların yaşamları için güzel bir örneklemedir bence. Nasıl mı? Kısaca bahsetmek isterim hayatından.

Walter Elias Disney, 1901 yılında Chicago’da kendi halinde çiftçilik yapan yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Onun diğer çocuklardan farklı kılan şey ise hayal dünyasının çok geniş olmasıymış. Çevresindeki hayvanları inceliyor, onların insanlara benzeyen özelliklerini düşünüyor, kurduğu hayaller eğlencesi ve hayata tutunma amacı oluyor. Disney büyüdükçe bu özelliklerini çizgiye dökerek geliştirmiş. Hatta zamanının önemli bir bölümünü hayvanat bahçelerinde geçiriyormuş. Dostları onun zaman içinde hayvanların konuşmalarını anlayacak noktaya ulaştığını düşünüyormuş. Çizimlerini gösterdiği Kansas City Star’ın yayın müdürü, Disney’in hiçbir yeteneğinin olmadığını söyleyerek umutlarını yıkmış… Walt Disney artık çok az bir paraya kilise için resimler çizmeye başlamış. Sonunda mahalli kiliselerden birinin rahibi; bu genç insanı, kilisedeki etkinliklerin resimlerini çizmesi için küçük bir ücret karşılığı işe alıp, çalışması ve kalması için bir de oda vermiş. İşte bu odada yalnız değilmiş Walter Diney. Ona eşlik eden bir fareyle birlikte yaşamaya başlamış. Günlerini birlikte geçirdiği bu fare, tıpkı o genç sanatçı gibi dünya çapında şöhrete kavuşuyor… Mickey Mouse.
Mickey Mouse ve Walt Disney hikayesi her zaman benim için etkileyici olmuştur. Hayallerinin peşinden koşmak… İşte belki de bu yüzden çocuklarımızın hayal dünyasına ket vurmamak, onları bu konuda cesaretlendirmek aslında öyle önemli ki. Seminerlerimde hep anlattığım bir hikaye vardır: “Bir gün kızım Mavi, babasının terliğini koluna takmış geziyordu evin içerisinde, hayalinde o terlik değil çantaydı çünkü. Eşim de farkında olmadan onun çanta değil terlik olduğunu ve ayağımıza giyilen bir şey olduğunu söyledi. O noktada göz göze geldik, çünkü o çantaydı artık, belki bir saat sonra şapka da olacaktı belki de bir uzay aracı… Bu hayal gücünü desteklemek bizlerin elinde;)

Gelelim Walt Disney Company lansmanına tekrar;) Hayran olduğum Üstün Dökmen’inde katıldığı ve çizgi filmler üzerine uzun uzun konuşulan bu lansmanda, çizgi filmin geldiği noktayı konuştuk. Evet, çizgi film hayatımızın en önemli gerçeği ve olmazsa olmazlarımızdan. Ben bile bu yaşımda çizgi filmsiz bir hayat düşünemiyorum ( Bir animasyon film hastası olarak) Ama evet, bu konunun çok hassas bir konu olduğunun da farkındayım. Çocuklarımız için müthiş bir eğlence aracı, bebeklerimiz ve bebeklikten çocukluğa geçiş için ise ebeveynlerin dikkatli olmaları gereken bir konu. Seçeceğiniz ve izleteceğiniz çizgi film, yedirdiğiniz yemek gibi özene bezene olmalı. Çünkü bu dönemde duyduklarını değil, gördüklerini taklit edecekler ve belki de bu taklit geleceğini şekillendirmeye kadar gidecek. İki örnek vereyim, çizgi filmde paylaşmayı görüyorsa oyuncağını, bir süre sonra miniğiniz de paylaşabilir, fakat gördüğü elinden oyuncağı alınınca bas bas bağıran bir karakterse ya da durmadan bir yerlere vuran, bağıran çağıran bir karakterse, bir süre sonra siz de evinizde bu senaryoyu yaşayabilirsiniz. Ben bile bu yaşımda her Oyuncak Hikayesi ( Toy Story) filmini izlediğimde etkileniyorum, her defasında da diyorum ki evet oyuncakların da bir ruhu var. Bir de bebeklerimizi, çocuklarımızı düşünün. Henüz sorgulamanın, doğru ile yanlışın ne olduğunun farkına varmayan bebeklerimizin gördüklerini taklit etmeye çalışması yadsınmamalı. Bu noktada bizlere çok büyük görev düşüyor. Doğru bir çizgi film, çocuklarımız için de doğru bir arkadaş olacaktır;)

Sevgili Üstün Dökmen’in de değindiği ve bence de çok önemli olan bir konuya daha değinip, yazıma son vereceğim. Çizgi filmlerden müthiş yararlar beklemeyin, çizgi filmler çocuklarımız için bir bakıcı da değil, çizgi filmler çocuklarımız için bir eğlence aracı. Çocuklar hayatla ilgili olan durumları ikili ilişkilerden öğrensin. Diş fırçalayan bir çizgi film karakterinden değil, diş fırçalayan bir anne baba örneğinden öğrensin diş fırçalamanın önemini gibi. Eğer ikisi de birbirini destekliyorsa muhteşem o zaman zaten.

Hayatınızda eğlence her zaman olsun ve hayallerinizin peşinden kaç yaşında olursanız olun siz de koşun ki çocuğunuz da peşinizden gelsin…

Sevgilerimle
İnci Akbay

Mavi 1 Yaşında…

İlk yaş, ilk heyecan, ilk mutluluk, ilk telaştı bizim için. Çok küçük daha bir şey anlamaz diyenler bu kadar özenme diyenler çok oldu tabii. Ama ben kendimiz için bu kadar özendim. Çünkü bizim hayatımızın en önemli günüydü 9 Eylül, en mutlu günüydü 9 Eylül, en anlatılamaz günüydü. Biz kendimiz için kutladık 9 Eylülü. Biz bebeğimizle aldığımız her nefesi kutladık aslında, bunca sene sensiz boşa yaşamışız diye kutladık, seninle hayatımız hiç olmadığı kadar doldu diye kutladık.
Hazırlıklarımıza uzun zaman önce başladım. Aklıma geldikçe liste halinde not ettim yapılacakları.
Bir de mektup yazdım annesi olarak bebeğime. Her sene doğum gününde bebeğime mektup yazacağım ve 18 yaşına geldiğinde Mavi’ye vermek üzere saklayacağım:

“Merhaba bebeğim,
Halen rüyada gibiyiz inanamıyoruz bazen, sanki uzun bir rüya görüyoruz, her yer tozpembe, senin kahkahaların ve senin kokundan ibaret. Uyanmak istemiyoruz bu rüyadan. Öyle sarhoş edici ki, gerçek mi rüya mı diye sorguluyoruz hep. Sen uyurken bile yanında nefes alışverişini dinliyoruz, sen uyurken bile seni uyandırıp öpüp koklayıp sarılmak istiyoruz doya doya.
Zaman ne kadar da çabuk geçiyor seninle. Bugün tam tamına 1 yaşındasın ve 1 senedir daha önce hiç yaşamadığımız duyguları yaşatıyorsun bize, anneliği , bu kutsallığı yaşatıyorsun. Sen bizim en iyi öğretmenimiz oldun biliyor musun? Biz seninle öğrendik çoğu şeyi.
Sen öğrettin bize doğduğunda mutluluktan ağlamayı.
Sen öğrettin bize bezini nasıl değiştireceğimizi.
Sen öğrettin bize gazını çıkarmayı ve sonrasında yaşadığımız tarifsiz mutluluğu.
Sen öğrettin bize senin kokunla sarhoş olmayı.
Sen öğrettin bize sen uyurken çıt çıkarmadan yaşamayı.
Giyinmeyi bile sen öğrettin bize, seni rahat emzirebilmek için rahat ve kolay giyinmeyi, kucağımızdayken kayıp düşmeyeyim mi spor ayakkabı ya da düz ayakkabı giymeyi.
Sen öğrettin bizi takıntıları, kulağın kıvrıldı uyurken yamuk kalırsa takıntısını, yüz sütü yattı nefes alabiliyor mu, sırt üstü yattı ya kusarsa takıntısını, oda çok mu sıcak çok mu soğuk, üşüyor mu sıcaklıyor mu takıntısını.
Sen öğrettin bize telaşı, hastalandığında dünyamızın başımıza yıkıldığı telaşını.
Senden öğrendik biz ilk aşıların acısını, ilk diş sancılarını, nasıl kaşındığını.
Seninle emeklemeyi öğrendik biz, beraber oyun oynamayı emekleyerek.
Seninle öğrendik yemek yapmayı bile. Ek gıdaya geçiş maceramızda sanki yıllardır yemek yapmamış gibi nasıl heyecanla karışık telaş yaptığımızı.
Seninle öğrendik ilk adım atmayı. Sen ilk adımlarını atarak yürümeyi, bizse senin mutluluğunla uçmayı öğrendik o an.
Seninle öğrendim emzirmenin tarifsiz bir duygu olduğunu. İlk zamanlar göğüslerim acıdan ve şişkinlikten zonklasa bile, ağrıdan dudaklarımı ısırsam bile seni besliyor olmanın bu hayatta yaşayabileceğim en büyük haz olduğunu öğrendim.
Seninle daha çok kitap okumayı öğrendim. Hem sana daha iyi bir anne örneği olabilmek için hem sana daha yetebilmek için.
Sen bize sessizliği sakinliği de öğrettin. En büyük kavgamızda bile sen varsın diye sessiz olmayı sakin kalabilmeyi öğrendik biz.
Sen öğrettin bize kendi kalbimiz ile konuşmayı. Sen hep at ki, her istediğinde bebeğimizin yanında olabilelim dedik, sen hep at ki en güzel günlerini hep birlikte görebilelim dedik kalbimize.
Sen öğrettin bize sonsuz huzuru, tarifsiz aşkı ve mutluluğu.
Geldiğin için, senin için, öğrettiklerin için sana çok büyük bir teşekkür borçluyuz aslında.
Seni çok seviyoruz bebeğim.

Annen ”

Doğum günü pastamız:
İlk defa pasta ile doğum gününde tanıştı Mavi. Çünkü şimdiye kadar içerisinde şeker olan hiçbir şey vermemiştik. Tatlıyı meyvelerden tanıyorduk, biliyorduk sadece.

DSC_0193

Doğum günü hediyelerimiz:
Karton çantalarımızın ucuna bağladığımız uçan balonlarla hediye ettik hediyelerimizi. Tek bir farkla bizim çantalarımızın içinde hediye yoktu, bebeğim Mavi’den notlar vardı, mektup yazmıştık Mavi’nin ağzından gelen misafrlerimize. Ve bu notları 10 sene sonra bize geri göndermelerini istedik

DSC_0241

DSC_0242

Kalplerden oluşan masa süslerimiz:
Kalp şeklinde kağıtlardan masalara süsler yaptık. Doğum günümüzün sonunda herkes kalp kağıtlara o güne dair, Mavi’ye dair notlar yazdı isimlerini yazarak. Biz kağıtlarımızı saklıyoruz şimdi. Bebeğim büyüdüğü zaman anı valizimizin içinde hediye edeceğim ona. Sadece doğum gününde değil, benim için her zaman bir not, bir yazı daha çok hoşuma gitmiştir. Bu sebeple hem biz bebeğimiz için yazdık, hem de misafirlerimiz yazdı. En güzel anı, en güzel hediyedir minik bir not o güne dair aslında.

DSC_0236

Şiir süslemelerimiz:
Bebeğimin fotoğrafından oluşan bir görsel ile birlikte içerisinde Mavi geçen şiirlerin sözlerini konuşma balonu şeklinde hazırlatıp sapladık çimlere. Her yer de artık Mavi ve Mavi’ye dair şiirler vardı bizim için. Doğum günü hazırlıklarımızda en keyif alarak oluşturduğum bölümümüz burasıydı bizim.

 

Kraliçe taçlarımız:
Gelen tüm misafirlerimize kraliçe tacı hediye ettik. Çünkü bizim için hepsi birer kral ve kraliçe idi. Özellikle minik misafirlerimiz bayıldı taçlarına.

Müzikler:
Müzik listemiz çocuk şarkılarından oluşuyordu. İngilizce ve Türkçe çocuk şarkıları ile minik misafirlerimiz ile çok eğlendik. Özellikle ‘ bay güneş ‘, ‘ ten little fingers’, ‘hayvanlar’, ‘ bingo’ favori şarkılarımızdı. O güne özel Teoman’ın Mavi şarkısını ve Nil Karaibrahimgil’in ‘Ben Ona Resmen Aşığım’ şarkılarını da sık sık dinledik.

Mama sandalyemizi bile süslemiştik, diyorum ya ilk yaş ilk kutlama bizim için çok özeldi:)

DSC_0084

Kıyafetlerimiz:
Anne kız takım giyinmeyi çok seviyoruz biz. Sanki enerjimiz birleşiyor ve daha da yükseliyormuş gibi hissediyoruz. Doğum günümüzde kırmızı elbise giydik birlikte, aşkın rengiydi ikimiz arasındaki muhteşem aşkın.

Doğum günü çekimlerimizde beyaz elbislerimizi giydik. Saflığın, temizliğin, masumluğun rengiydi. İkimiz arasında tertemiz, masum ve saf sevginin.
Doğum günü çekimlerimizi ayrı bir günde yaptık. Tüm gün boyunca rahat rahat eğlenerek olmasını istemiştim çünkü. O gün önce bonus peruklarımızı takıp poz verdik anne kız:)

Sonra pastamızı kendimiz yapmaya çalıştık, unlara bulandık, tadına baktık

 

Sonra oyun zamanı yaptık kendimize, organik renkli boyalarla oynadık doyasıya, her yerimiz boyalara batmıştı , kirlenmek güzeldir dedik, oynadık oynadık oynadık. Artık çook yorulmuştuk, güzel bir banyo ve uyku zamanı gelmişti bizim için.

Sonra 1 yaş konseptli çekimlerimize başladık. Pembe bir tütü, pembe bir inci kolye ve şapka kombinimizi hazırlamıştık. Çoook mutluyduk biz, çünkü tam tamına bir yaşına girmiş, büyümüş ve bunun sevinciyle çılgınca dans ediyorduk.

 

Pastalı çekimlerimize gelmişti sıra. Önce minik parmaklarımızın o taptatlı ucuyla pastamızın tadına baktık, narin narin yaladık acaba bu ne diye, sonra tadına varınca yumulduk pastamıza

 

Akşam üstü olmuştu artık. Benim minik meleğim ile birlikte giydik elbiselerimizi, taktık çiçeklerden taçlarımızı ve Moda sahile gittik. Güneş batarken deniz kenarında taşların üzerinde verdik bu sefer pozlarımızı, daha romantik olmuştu hepimiz için, daha bir sarıldık birbirimize üçümüz.

 

Seni seviyoruz bebeğim…
İyi ki geldin…
Mutlulukla geldin…
Sevgiyle geldin…

 

Kıyafetlerimiz: Tln_Arasta
İnstagram: @tln_arasta

Doğum günü Organizasyonumuz: Decooks Party
İnstagram: @decooksparty
decooksparty.blogspot.com

Pastalarımız: Decake butik pasta
İnstagram: @decakebutikpasta
www.de-cake.com

Fotoğraf Çekimlerimiz: Baby Photograpy Sezen Gür
İnstagram: @babyphotography_
www.sezengur.com
Bizim hayatımızın en özel en mutlu gününü daha da özel ve mutlu kıldığınız için sizlere çook teşekkür ediyorum.