Kategori arşivi: Mavi’nin Günlüğü

Her Gün Düzenli Olarak Süt Tüketiyor musunuz?

Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Neriman İnanç hocamızdan “Süt Gerçekleri ve Sütün Önemi” ni dinledik. Böylesine önemli bir konuyu yazıya dökmek de benim boynumun borcu olsun sizlere.

Önce sizlere sormak istediğim bir şey var. Her gün düzenli olarak süt tüketiyor musunuz?

Tüketmiyorsanız eğer, aşağıda yazacaklarımı okuyun derim.

İşte sizlere her gün düzenli olarak süt içmemiz için başlıca nedenler:

• Bağışıklığı arttırır.
• Kalp hastalıklarından korur.
• Osteoporozdan korur.
• Kemikleri güçlendirir.
• Dişleri korur.
• Enerji verir.
• Gebelikte mineral kaybını önler.
• Okulda başarıyı arttırır.
• Kilo kontrolü sağlar.
• Cildi güzelleştirir.

Yani kısacası sağlıklı beslenmek ve hatta sağlıklı yaşlanmak için her gün düzenli olarak süt tüketmeliymişiz. Peki günlük süt tüketimi ne kadar olmalı diye sorarsanız; günde 2 bardak diyor Prof. Dr. Neriman İnanç.

Süt ile ilgili diğer önemli bir tartışma konusu da şu ki “Sokak sütü mü yoksa kutu süt mü?”.
Sokak sütü kaynatıldığında besin değerlerinde kayıplar gerçekleşirmiş yani kaynatırken sütün içerisindeki yararlı vitamin ve mineraller de kayıplar söz konusu oluyormuş.

Ayrıca plastik içecek şişelerinde, hijyenik koşulları sağlanmayan ve sertifikasız süt tüketimi konusunda dikkatli olmalıymışız. Çünkü yapılan bazı testlerde kaynatılarak yok edilemeyecek hayvan dışkısı, çamaşır sodası, antibiyotik gibi kimyasallara rastlanabiliyormuş.

Peki ya kutu sütleri yani uzun ömürlü sütler katkı maddesi içeriyor mu sorumuza ise Neriman hoca uzun ömürlü sütlerin katkı maddesi içermediğini, sütün hızlı ısıma/soğuma ile mikroplarından arınmasından sonra el değmeyen ortamda ambalajlanması sayesinde katkı maddesine gerek olmadan besin değerini koruyarak saklanabildiğini belirtti.

Son zamanlarda sütün faydalı olmadığına dair çıkan söylentiler açısından çok faydalı bir toplantı oldu benim için. Her gün düzenli olarak süt tüketerek büyümüş biri olarak kızımı da her gün düzenli olarak süt içirerek ve sütü sevdirerek büyütüyorum çünkü.

Son sözüm de sizlere, siz siz olun, kaynağını bilmediğiniz hiçbir sütü tüketmeyin, güvendiğiniz sütü tüketin ve her gün düzenli olarak süt içmeyi de unutmayın olur mu?

Sağlıkla kalın…

süt iki

Yalnız Değilsiniz: Annelik Manifestosu

Annelik Manifestosu

Hamilelik ile başlayan ve doğum sonrası da artarak devam eden bir duygu bu. Yalnızlık… Halbuki en çok ihtiyacımız olduğu zamanlar birilerine, manen desteğe, morale, tecrübelerini dinlemeye ya da bizim için çok değerli ama belki de karşımızdaki için çok anlamsız şeyleri heyecanlı heyecanlı anlatmaya “Biliyor musun tırnaklarını kestik bugün ilk defa” gibi…
Benim de çok ihtiyacım vardı. Hamileliğimde de doğum sonrası da. Kafamı karıştırmayacak ve bu duygunun müthiş bir duygu olduğunu bana anlatacak ya da sadece “ ne güzel bir anne oldun” gibi bir cümle ile beni rahatlatacak.
Ve ilk annelik tecrübem bundan iki sene önce. Elim ayağım birbirine karışmış, sudan çıkmış balık gibiyim adeta çırpınıyorum. Niye kimse yoktu ki…
Biraz büyümeye başladı bebeğim ben onunla öğreniyordum herşeyi, müthiş haz alıyordum onunla nefes almaktan ama bazen beş dakikalığına da olsa tek başıma nefes alabilmek istiyordum. Bunları itiraf edemiyordum kendime sanki vicdan azabı yaşayacaktım böyle dersem. Sanki bir annenin beş dakika arkadaşı ile sohbet ede ede kahvesini içmesi ayıptı benim için. Sonra aylar ayları kovaladı bu ayıp lüks olmaya başladı.
Tüm okuduğum yazılarda makalelerde önce anne diyordu, önce anne kendini iyi hissedecek ki bebeğine de iyi hissettirebilsin. Bunun için eş, dost, akraba çok önemli diyordu. Onlar varken bebeğe onlar yedirsin yemeğini onlar oyunlar oynatsın … Ve daha bir sürüsü deniliyordu.
Ben de sadece içimden değil bir arkadaşımla kahve içip sohbet etmek, tuvalete giderken biri eşlik etse yeter diye iç geçiriyordum sadece. Şöyle rahat rahat duş alabilmeyi özler mi insan, evet özlüyormuş. Çünkü genelde kızımı mama sandalyesine oturtup banyoda karşısında şarkılar söyleyip onu oynatmaya çalışıp bir yandan da hızlı hızlı duş alacağımın derdindeydim.
Ve daha bir sürüsü aslında. Günde üç dört saat uyuyarak herşeyi tek başına yetiştirmeye çalışan bir anne modeliydim tıpkı çoğu anne gibi.
Aylar ayları kovaladı en zor zamanları beraber atlattık kızımla, geçiyormuş yalnızlık hissi ama geçmiyormuş kırgınlıklar. Belki de bu yüzden ne zaman yalnız bir anne görsem kucağında küçücük bebeği, hemen almak isterim kucağıma ve derim ki “Sen iki dakika da olsa dinlen.” Telefonda rahat rahat konuşmak istediklerin varsa konuş. Bir kafedeysek otururum yanına ve “Lütfen sen rahat rahat iç.” derim kahveni. Önce bir şaşkınlık kaplar gözleri, sonrasında ciddi misin der gibi sevinçle bakarlar gözlerime ve bilirim ki o beş dakikalık nefes alma molası daha büyük bir aşkla yaklaştıracak o anneyi bebeğine.
İşte bu yüzden bir “Annelik Manifestosu” bu yazdıklarım. Madde madde okuyun ve okutun lütfen.

Sevgili babaanne/anane ;
Sen torununu önemsiyorsan önce annesini önemseyeceksin. Öyle ayda yılda bir arayıp misafir gibi evine gitmek yok. Torununu gördüğünde bırakmayacaksın kucağından ve anneye diyeceksin ki “Hadi kızım sen istersen bi sinemaya git istersen kuaföre ya da bi yürüyüş yap müziğini dinleyerek ben bakarım için rahat olsun”
Duydun mu sevgili babaanne/anane, sen haftanın bir gününü anne günü ilan edeceksin. İstersen çarşambayı seç istersen perşembeyi, o gün sen torununla doya doya ilgilenirken o gün anne günü olacak.

Sevgili görümce, elti, hala, teyze ve tüm diğer akrabalar;
Siz annenin heyecanla anlattıklarını dinleyin yeter, saçma bile gelse heyecanlanıyormuş gibi yapın. Anne size ilk kakasını, ilk tırnak kesimini anlattığında “Ayy ne müthiş bir şey” deyin yeter.
Aaa bir de mümkünse sadece tecrübelerinizi anlatın, o kadar karışmayın sorgulamayın anneliğini. Sütün geliyor mu, karnı acıkmıştır, hala emzik mi emiyor, aa bezi bırakamadınız mı daha, benim çocuğum 8 aylıkken konuşmaya başlamıştı hala konuşmuyor mu gibi ve daha bir sürü böyle cümleleri kullanmak yasak artık, haberiniz olsun. Anneyi anneliğini sorgulamayın. Her anne çocuğu için en iyisini yapmaya çalışır unutmayın, bir tek siz en iyi en bilen anne değilsiniz.

Sevgili komşular;
Sizin göreviniz çok keyifli. Bir fincan kahve yapın ya da sıcak bir çorba . Arada kapısını çalın annenin ve “Hadi ver o tatlı miniği bana, sen kahveni iç, bak ne güzel yaptım” deyin yeter. Emin olun bana bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler ya , bu sizin hazırlayacağınız kahvenin bir ömür hatırı olacak.

Sevgili arkadaşlar ve dostlar;
Sizin göreviniz en basiti ve en keyiflisi. Sık sık arayın hatırını sorun yeter. Bir de sık sık “Sen ne iyi ne güzel bir anne oldun” deyin. Bunu duymak o kadar iyi hissettirecek ki anneye kendini. Çünkü annelik hep kendini eksik hissetmek aslında, çünkü her anne çocuğu için en iyisini mi yapıyorum, doğrusu bu mu derdinde ve bu hep yetersizlik duygusuna sebep oluyor. Aslında bu kadar kolay bir cümle o kadar mucizevi bir etki yaratıyor ki sadece dört kelime “Sen iyi bir annesin”

Sevgili çevredekiler: ( Hani parkta, kafede, avm de, dışarıda birbirimizi hiç tanımadıklarımız)
Dışarıda ağlayan bağıran bir bebek gördüğünüzde yadırgayan gözlerle bakmayın yeter, zaten ne yapacağını şaşırmış olan biz anneler, sizin o yadırgayan gözleriniz üzerimizdeyken daha çok strese giriyoruz haberiniz olsun.

Vee sevgili baba;

Senin görevlerin yatakta kahvaltı, tek taş… Şaka şaka evlat herşeyden kıymetliyse bu görevlerin hepsinden kendine pay çıkarman işte bu kadar;)

Annelik manifestosudur bu. Birazcık da olsa anlayabilene ne mutlu…
İnci Akbay

Mektubumuz Var…

İki mektup var bugün hepimize. Bir tanesi bebeklerimizden bize, onları daha iyi anlayabilelim diye. Bir tanesi de bizden bebeklerimize, bizi daha iyi anlayabilsinler diye. Dönüp de şöyle kendimize bakmamızı ve hatta kendimizi sağlamca silkelememizi sağlayacağına inandığım iki mektup hem de. Zaman zaman hepimizin böyle bir silkelenmeye ihtiyacı oluyor çünkü…

“CANIM ANNECİĞİM,

Hiç bilmediğim bambaşka bir dünyadayım, sana o kadar çok ihtiyacım var ki, lütfen bana yardımcı ol.

Sizin dilinizi bilmiyorum, öğrenmeye çalışıyorum, evet bazen anlayamıyorum seni, çok ağlıyorum anlatmaya çalışıyorum ama konuşmayı bile bilmiyorum ki sizler gibi, lütfen kızma bana, anlamaya çalış beni. Bana güven anneciğim ben sadece bir ihtiyacımı anlatmaya çalışıyorum aslında.

Herşey o kadar büyük ki anneciğim, yetemiyorum hiçbir şeye, sanki devlerin ülkesine gelmiş gibiyim, ama biliyorum sen varsın , sen yetmeyi de öğretirsin bana, yetersin de.

Yemek yemeyi bilmiyorum bazen sevmiyorum yemek istemiyorum belki dişim ağrıyor belki canım istemiyor ama anlatamıyorum ki ağlıyorum ben de evet bazen de bağırıyorum, lütfen sabırlı ol sakin ol, ben yemeğin bile ne olduğunu neden yemek yemem gerektiğini bile bilmiyorum, seninle öğreneceğim.

Herşey o kadar değişik ki benim için, ne olduğunu , ne işe yaradığını keşfetmek istiyorum ama neyin tehlikeli neyin değil olduğunu bile bilmiyorum aslında tehlikenin bile ne olduğunu bilmiyorum, ben sadece öğrenmeye çalışıyorum, nolur anlat bana, prizlere dokunduğumda ya da merdivenin yanına gittiğimde bağırma kızma, anlat bana ki ben de öğrenmeye çalışayım anneciğim. Belki hemen öğrenemem belki yüz kere söylemen gerekecek ama senin sabrın bana öğretecek eminim anneciğim.

Sadece sabırlı ol ve beni kucakla anneciğim, ben en iyi seni ve kokunu biliyorum. Beraber sakin sakin herşeyin üstesinden gelebiliriz anneciğim, kendini benim yerime koy ve düşün ve sarıl bana.

Ve ben birlikte paylaştığımız bu sevgi dolu zamanlar için her zaman sana minnettar olacağım…

Büyük bir gülümseme ve kocaman bir kucaklama ile sana söylemek istediğim tek şey seni ne kadar çok sevdiğimdir canım anneciğim…”

“CANIM KIZIM,
Yaşlandığımı gördüğün gün senden sakin olmanı rica ediyorum ama her şeyden önemlisi neler yaşıyor olabileceğim konusunda benimle empati kurmanı rica ediyorum. Seninle yürüyüşe çıktığımızda tekrar tekrar aynı şeyi söylüyorum ya, bana ‘anne daha 5 dakika önce aynı şeyi söylemiştin” deme… Sadece beni dinle… Küçük bir çocukken sana aynı hikayeyi defalarca okumamı istediğin günleri hatırla…

Banyo yapmak istemediğim zaman kızma ve beni utandırma, hatırla , sen küçük bir çocukken banyo yapmak istemediğin için benden nasıl da kaçardın ve ben bir bir tane bahane ile seni banyoya sokmaya çalışırdım…

Yeni teknolojiler ve gelişmeler konusuna nasıl da cahil kaldığımı gördüğünde bana kızma, biraz zaman ver yeni şeylere alışmam için… Beni destekle… Hatırla canımın içi, sen küçükken nasıl da sen den beklenen pek çok şey vardı… Elbiselerini giymen, doğru yemek yemen, saçlarını toplaman gibi… Bana kızma… Sadece sakin ol…

Seninle sohbet ederken sık sık ne hakkında konuştuğumuzu unuttuğumda kabalaşma,
sinirlenme… Unutma… Benim için en önemli şey seninle olabilmek…

Yaşlı ve yorgun bacaklarım artık eskisi kadar hızlı hareket edememeye başladığında, elimden tut tıpkı ilk yürümeye başladığın gün benim sana elimi uzattığım gibi…
O günler geldiğinde üzgün olma , üzülme… Sadece benimle ol ve yaşlılık denen bu yola girdiğimde, hayatımın sonlarına doğru bana tek gerekli şeyin sevgi olduğunu unutma…

Ve ben birlikte paylaştığımız bu sevgi dolu zamanlar için her zaman sana minnettar olacağım…

Büyük bir gülümseme ve kocaman bir kucaklama ile sana söylemek istediğim tek şey seni ne kadar çok sevdiğimdir canım kızım…”

 

Güçlü Kadınlar Konferansı

Geçtiğimiz günlerde Hürriyet & Avon işbirliği ile gerçekleşen “Güçlü Kadınlar Konferansı” ile ilgili bir davet maili aldım. Cevabım tabii ki de “Evet” idi. Çünkü söz konusu kadınlarımız güçlü kadınlarımızdı. Kadınlarımız ne kadar güçlü olursa yetişecek evlatlarımız ve dolayısıyla geleceğimiz de o kadar güçlü olacaktı çünkü.

Neler yaşadık neler mi dinledik sizlere özetlemek isterim. Özetlememin yanı sıra yazı olarak baki kalması bile ayrı bir anlam taşıyacaktır aslında.
avon 1
Konferansın asıl amaçlarından bir tanesi ilham veren hikayeleri daha geniş kitlelere ulaştırmaktı. Haklı bir amaçtı bu. Dizilerde, haberlerde kadınlarla ilgili kötü yaşanmışlıklara inat başarı hikayelerini dinlemek ve bunları yaymaya, cesaret vermeye, kadının aslında ne kadar sağlam ve güçlü olduğunu anlatmaya çalışmaktı amaç.
Konferansta kadın hakları, girişimcilik, sosyal sorumluluk çalışmaları ve fark yaratan kadın hikayeleri ele alındı. Ve güçlü kadın hikayelerini daha fazla kişiye ulaştırmak hedeflendi. Bunun sebebi ise ilham olmaktı. Kadınlar birbirlerinin ilhamı olacaktı çünkü. Çünkü güçlü kadınlar daha güzel bir hayattı.

Konferansta çok önemli kadın konuşmacılardan bizleri, kadınları, kendi hikayelerini dinledik. Türkiye Kadın Dernekleri Başkanı Canan Güllü’den tutun da, Kagider Başkanı Sanem Oktar’a, Alarko Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton’a, Samsun Kumköyü İlkokul öğretmeni Dilek Livaneli’ye ve Demet Akbağ’a ve daha da fazlası çok önemli isimler vardı.

Bu kadınlar bizlere neler mi anlattılar:

Kadınların haklarını bilmeleri ve bu hakların peşinde koşmalarının ne kadar önemli olduğunu anlattılar.

Farklı zamanlarda yaşanan başarısızlıklara karşı yeniden ayağa kalkma gücünü kendimizde bulduğumuz ve azmimizi kaybetmediğimiz sürece başarılı oluruz mesajını anlattılar.

Hayalleri hep baş tacı yapmamız gerektiğini anlattılar.

Hele Samsun Kumköyü İlkokulu Öğretmeni Dilek Livaneli’nin bir hikayesi vardı ki hepimizi müthiş etkiledi. Bir öğretmen olarak tüm öğrencilerini ve hatta tüm köyü ışığıyla iyiliğiyle nasıl dönüştürdüğünü anlattı. Öğrencileri ve köy halkı için yaptıkları dünyanın en iyi ilk 50 öğretmeninden biri olması ünvanını kazanmasına sebep oluyor ve ilk defa bir Türk kadın bu ünvana layık oluyordu. “Evren eylemi destekler.” diyerek harekete geçtiğini söyleyen Dilek Livaneli, şunları anlattı bizlere: “Bütün kadınlarda ciddi bir liderlik becerisi olduğunu düşünüyorum. Ben öğretmenliğin içinde liderlik becerileriyle bir şeyler yapmaya çalıştım. Liderlik, kendinin ne kadar üstün olduğunu göstermek değil, karşındakilere ne kadar üstün olduklarını hissettirebilmektir. Ben bunu denedim. Köy kadınlarıyla bir ekip kurmaya çalıştım. Bir köy öğretmeni bunu yapabiliyorsa, iş dünyasındaki kadınlar neler yapmaz? İnsanlar sizi düşündüğünde gülümsüyorsa doğru yolda olduğunuzu düşünüyorum. Etrafınızdaki kadınlara en iyisini hissettirmek için çalışmanızı diliyorum.”

Konferansın sonunda ise Öğretim Görevlisi, Gazeteci, Yazar Dr. Fatoş Karahasan konuşmalardan yola çıkarak hazırlanan ve tüm kadınları harekete geçmeye çağıran Güçlü Kadın Manifestosu’nu okudu.

Manifesto şu şekilde:

Güçlü Kadın Manifestosu
1. Şimdi haksızlıklardan şikayet etmeyi bırakıp haklarımızı bilme zamanı.
2. Bazen kendi tercihlerimiz, bazen de koşullarımızdır yolumuzu tıkayan… Şimdi cesaretimizi toplayıp ilk adımı atma zamanı.
3. Hepimiz başarabileceği en azından 1 şey var. Potansiyelimizi keşfetme ve kendimizi onurlandırma zamanı.
4. Kadınların gücü kalbindekini cömertçe paylaşabilmektir. Şimdi kalbini açma, iyiliği yayma zamanı.
5. “Sen yapamazsın” diye yıllarca kulağımıza fısıldanmış. Şimdi hem kendimizi hem birbirimizi “Yapabilirsin” diyerek yüreklendirme zamanı.
6. Her kadın aslında bir başarı hikayesidir. Kendi hikayemizin kahramanı olma zamanı.
7. Güvenen, azimli, cesur, iyiliği yayan, umut veren kadınlar olarak harekete geçip çalışma zamanı.

avon3

Oyuncak Bebek Dediğin!!!

Oyuncak bebek dediğin; doğal görünür 90-60-90 değil. Oyuncak bebek dediğin; düz ayakkabı giyer, 15 cm topuklu ayakkabı değil. Oyuncak bebek dediğin; kendi güzelliği ile tatlıdır, yüzündeki bir kilo makyajı ile değil. Oyuncak bebek dediğin;  sade giyinir, abartılı abiye elbiseler değil.

Ve daha bir sürüsü aslında. Barbie bebekler, Sindy bebekler öyle uzaklar ki bizim dünyamıza, çocuklarımızın dünyasına. Ne masum dünyaları ne de hayal güçlerine hitap ediyor çocuklarımızın ve bence kirletiyor da dünyalarını.

Küçükken her arkadaşımın Sindy bebeği olunca ben de çok istemiştim ve almıştı ailem de bana. Ben büyüdüm anne oldum ve oyuncak mağazasına her girdiğimde Barbie bebekleri görünce ürkmeye başladım şimdi. Ne kadar gerçek dışı ve ne kadar özenti bir hale getirecek tertemiz dünyalarını çocuklarımızın diye. Mümkün olmayan bir bel inceliği, upuzun bacaklar, sapsarı saçlar, masmavi gözler , ayaklar bile topuklu ayakkabı formatı için parmaklar hep öne doğru, hele yüzünde gözleri bile görünmeyecek derecede abartılı makyaj. Hadi alın elinize Barbie bebeğinizi , altını temizleyin, bezini değiştirin, yemeğini yedirin sonra da kolunuzda ya da ayağınızda sallayın ve uyutun. Hayali bile hiç olmadı dimi. Barbie bebekler kaka yapmaz, yemek yemez, uyumaz gibi sanki dimi. Barbie bebekler sadece tenis oynar, kuaföre gider ya da erkek arkadaşının üstü açık spor arabasıyla gezmeye gider gibi dimi.

Bence cok ürkütücü ve gerçekten de çok tehlikeli aslında, bilinçaltına verdiği bu mesajlar yüzünden.

Littlethings.com da denk geldiğim bu video beni çok etkiledi gerçekten de.Bunu akıl edebilmek ve bu hassasiyeti göstermek gerçekten de bir anneye yakışırdı zaten. Oyuncak bebek dediğin çocuklarımız gibidir aslında, doğal olmalıdır ve tertemiz dünyalarına ve tertemiz hayal güçlerine arkadaşlık etmelidir.

Video da çocukların da dediği gibi ” İşte bu haliyle bizim gibi görünüyorlar “

Keyifli seyirler…

 

Dünyanın En Zor Mesleği

İnternette gezinirken “Dünyanın En Zor Mesleği ” diye bu videoya denk geldim.İnternet üzerinden yapılan bir iş görüşmesinin videosuydu bu. ABD’de sahte bir şirket internete ve gazetelere sahte bir iş ilanı verir ve şirketin aradığı ‘operasyon müdürü’ pozisyonuna başvuran adaylarla yine internet üzerinden bir iş görüşmesi gerçekleştirilir.

Önce videoyu izleyelim, sonra biraz konuşalım;)

Verilen cevaplara baksanıza ; “Delilik”, “Çok Zalimce”, “Kölelik Gibi”, “İnsanlık Dışı”…

Aslında bir yandan haklılar. Annelik delilik, zalimlik, kölelik, insanlık dışı. Uyku yok, dinlenmek yok, sıcak yemek yiyebilmek yok, kendine güzel güzel zaman ayırabilmek yok, rahat rahat duş alabilmek yok, bilmiyorum yapamam yorgunum deme lüksün yok. Yok da yok işte.

Senin kendine ve işlerine ayırabilecek tek zamanın bebeğinin / çocuğunun uyku saatleri. ( Tabi düzenli bir uyku saati olursa; diş çıkarıyor, büyüme atağında, kapı çaldı, telefon çaldı aman uyanıyor vb gibi bir sürü nedeni saymıyorum bile ) E sadece kendin yoksun ama; akrabalar ilgi bekler ” küçücük çocuğu var, biz ilgilenelim ” demezler. Eşin ilgi bekler, arkadaşların ( muhtemelen artık çoğunlukla çocuklu arkadaşlarınla görüşüyorsundur o da genellikle telefonda ) ilgi bekler. Bekler de bekler işte.

Bütün bunlara rağmen, hiç of demiyorsak bunun adı annelik işte. Dünyanın en zor mesleği ile en harika mesleği bir arada olabiliyormuş demek ki. Zor kelimesi de az kalır zorluklarını anlatmaya ama en önemlisi harika kelimesinin hiç yetmeyişidir bu duygunun mucizevi yanına.

Hep derim ya, annelik zor annelik delilik ama annelik tüm hücrelerinde hissettiğin en muhteşem his.

İyi ki anneliği tadabildim…

İyi ki anneliği yaşayabiliyorum…

İyi ki anneyim…

İyi ki anneyiz…

Hollywood Annelerinin Markaları Türkiye’de…

Geçtiğimiz günlerde arkadaşım Burçin Kaya’nın davetiyle Isabel Abbey markasının lansmanına katıldım. Mağazanın girişinde başlayan büyüleci hava içeriye girince tamamen sizleri ele geçiriyor aslında. Nasıl mı? Dünyaca ünlü gözde markaların tüm ürünlerini bir arada görmek ve o ürünlerin hepsinin müthiş etkileyici oluşundan belki de. Hemen çocuk olmak ya da bu yaşında oturup onlarla saatlerce oynamak istiyorsun.

Peki kimdir nedir Isabel Abbey?

2008 yılından beri Türk anneleriyle, Hollywood annelerinin en gözde bebek ve çocuk markalarını buluşturan bir marka aslında.Referansları Hollywood tamamen. Tüm Hollywood starlarını, onların çocukları için neler kullandıklarını takip eden ve o ürünleri bizlerle buluşturmayı amaçlıyan bir marka Isabel Abbey.

Bünyesinde bulundurduğu markalardan da bahsedecek olursam;

Aden+Anais Kundak Bezleri:

aden1304

Chewbeads Diş Kaşıma Kolyeleri:

chewbeads1304

Le Toy Van Oyun Evleri:

letoyvan-10

Çocukların Sevgilisi JellyCat’ler:

jellycat-8

Plasmacar’lar:

plasmacar-pembe-mor-ec22

Djeco Farklı ve Yaratıcı Oyunlar:

djeco1404

Stephen Joseph çantalar, Globber Scooter’lar ve daha bir sürüsü aslında.Ben ne kadar anlatsam da boş kalacak bence https://www.isabelabbey.com/ linkine tıklayın ve doya doya bahsettiğim o büyülü kapının içerisinden siz de girin…

Sevgiyle, keyifle ve o star ışığınızla kalın..

Bebekler Keşfediyor

Geçtiğimiz günlerde Molfix Türkiye’nin “Bebekler Keşfediyor” konulu bir davetine katıldım. Konu çok ilginç gelmişti bana, evet bebeklerin keşfederek dünyayı tanıdıklarına çok inanan bir anneyim ama bir bebek bezi ve keşif konusu ikisi bir arada olunca çok merak ettim açıkçası.

Ve davet başladı. Rahat hareket eden bebeklerin rahat keşfettiği ve keşfetmenin sağlıklı bebek gelişimi için çok önemli olduğu anlatılıyordu. Buraya kadar tamam di mi? Hepimiz keşif konusunda hem fikiriz. Ya sonrası? İşte hayranlıkla dinlediğim bir teknoloji ile karşılaştım. Hareket özgürlüğü sağlayan yepyeni bir bebek bezinden bahsediyorlardı. Ve şöyle ekliyorlardı. “Bebek bezinin altı kuru tutması tek başına yeterli değil. Önemli olan, bebeğin hareket özgürlüğünü kısıtlamaması, onu çıktığı keşif yolculuğunda engellememesi. Çünkü hareket özgürlüğü yoksa keşif de yoktur.”

Gelelim hareket özgürlüğü sunan bu teknolojiye. Türkiye’de ilk ve tek 3D teknolojisi söz konusu. 3D teknolojisi ile esnek yan ve bel bantlarına ek olarak elastik gövde sistemini sunuyor. Bu sistemle, bez ıslandığında sıvıyı emerken sarkma yapmıyor, bebeklerin vücuduna mükemmel uyum sağlıyor ve bebeklere hareket özgürlüğü tanıyormuş. Harika değil mi?Molfix_01009
Ve ekliyorlar: “Elastik yan bantlar, çift katlı sızdırmaz bariyerler, rahat ve esnek gövde sistemi bebeklerin daha rahat hareket etmesini sağlarken, 2 kat yeşil emici bölge, nefes alan iç ve dış yüzeyi ile yeni Molfix, tam koruma sağlıyor. Ve dünyayı özgürce keşfeden bebeklerin bezi olmayı hedefliyoruz.” Bu iddiaları kulağa çok hoş geliyor.

Yeni teknolojileri her zaman destekleyen bir anne olmuşumdur hele ki söz konusu çocuklarımız ve çocuklarımıza fayda sağlayacak bir durumsa.

O zaman sevgiyle ve keşifle kalın…

Molfix_01124