mavibebegim tarafından yazılmış tüm yazılar

Hollywood Annelerinin Markaları Türkiye’de…

Geçtiğimiz günlerde arkadaşım Burçin Kaya’nın davetiyle Isabel Abbey markasının lansmanına katıldım. Mağazanın girişinde başlayan büyüleci hava içeriye girince tamamen sizleri ele geçiriyor aslında. Nasıl mı? Dünyaca ünlü gözde markaların tüm ürünlerini bir arada görmek ve o ürünlerin hepsinin müthiş etkileyici oluşundan belki de. Hemen çocuk olmak ya da bu yaşında oturup onlarla saatlerce oynamak istiyorsun.

Peki kimdir nedir Isabel Abbey?

2008 yılından beri Türk anneleriyle, Hollywood annelerinin en gözde bebek ve çocuk markalarını buluşturan bir marka aslında.Referansları Hollywood tamamen. Tüm Hollywood starlarını, onların çocukları için neler kullandıklarını takip eden ve o ürünleri bizlerle buluşturmayı amaçlıyan bir marka Isabel Abbey.

Bünyesinde bulundurduğu markalardan da bahsedecek olursam;

Aden+Anais Kundak Bezleri:

aden1304

Chewbeads Diş Kaşıma Kolyeleri:

chewbeads1304

Le Toy Van Oyun Evleri:

letoyvan-10

Çocukların Sevgilisi JellyCat’ler:

jellycat-8

Plasmacar’lar:

plasmacar-pembe-mor-ec22

Djeco Farklı ve Yaratıcı Oyunlar:

djeco1404

Stephen Joseph çantalar, Globber Scooter’lar ve daha bir sürüsü aslında.Ben ne kadar anlatsam da boş kalacak bence https://www.isabelabbey.com/ linkine tıklayın ve doya doya bahsettiğim o büyülü kapının içerisinden siz de girin…

Sevgiyle, keyifle ve o star ışığınızla kalın..

Bebekler Keşfediyor

Geçtiğimiz günlerde Molfix Türkiye’nin “Bebekler Keşfediyor” konulu bir davetine katıldım. Konu çok ilginç gelmişti bana, evet bebeklerin keşfederek dünyayı tanıdıklarına çok inanan bir anneyim ama bir bebek bezi ve keşif konusu ikisi bir arada olunca çok merak ettim açıkçası.

Ve davet başladı. Rahat hareket eden bebeklerin rahat keşfettiği ve keşfetmenin sağlıklı bebek gelişimi için çok önemli olduğu anlatılıyordu. Buraya kadar tamam di mi? Hepimiz keşif konusunda hem fikiriz. Ya sonrası? İşte hayranlıkla dinlediğim bir teknoloji ile karşılaştım. Hareket özgürlüğü sağlayan yepyeni bir bebek bezinden bahsediyorlardı. Ve şöyle ekliyorlardı. “Bebek bezinin altı kuru tutması tek başına yeterli değil. Önemli olan, bebeğin hareket özgürlüğünü kısıtlamaması, onu çıktığı keşif yolculuğunda engellememesi. Çünkü hareket özgürlüğü yoksa keşif de yoktur.”

Gelelim hareket özgürlüğü sunan bu teknolojiye. Türkiye’de ilk ve tek 3D teknolojisi söz konusu. 3D teknolojisi ile esnek yan ve bel bantlarına ek olarak elastik gövde sistemini sunuyor. Bu sistemle, bez ıslandığında sıvıyı emerken sarkma yapmıyor, bebeklerin vücuduna mükemmel uyum sağlıyor ve bebeklere hareket özgürlüğü tanıyormuş. Harika değil mi?Molfix_01009
Ve ekliyorlar: “Elastik yan bantlar, çift katlı sızdırmaz bariyerler, rahat ve esnek gövde sistemi bebeklerin daha rahat hareket etmesini sağlarken, 2 kat yeşil emici bölge, nefes alan iç ve dış yüzeyi ile yeni Molfix, tam koruma sağlıyor. Ve dünyayı özgürce keşfeden bebeklerin bezi olmayı hedefliyoruz.” Bu iddiaları kulağa çok hoş geliyor.

Yeni teknolojileri her zaman destekleyen bir anne olmuşumdur hele ki söz konusu çocuklarımız ve çocuklarımıza fayda sağlayacak bir durumsa.

O zaman sevgiyle ve keşifle kalın…

Molfix_01124

Hayata Başka Bak

Hayata Başka Bak sloganıyla bizlere de ilham verdi Dimes. Çünkü Dimes hayata her zaman başka bakan çocuklardan ilham alıyormuş. Gerçekten de hayatın içerisinde küçük gözüken seçimlerin ve tercihlerin önemini ve hayata büyük güzellikler katma gücünü vurgulayan “Hayata Başka Bak” söylemi, hayatımıza güzellikler katan çocukların hayata bakışıyla farklı bir enerji kazanıyor.

Hatta bu doğrultuda, Dimes gibi çocuklarından ilham alan annelerin diğer annelere de seslenmesini istiyorlar. Ve biz annelerin çocuklarımızı cesaretlendirmemiz ve hayata başka bakmalarını sınırlamamamız gerektiğini savunuyorlar. Benden de tam on puan aslında bu bakış açılarına.

Nasıl mı ilham alacağız peki çocuklarımızdan?

Çocuklar günlük hayatlarında farklı farklı şeyler yapıyorlar; yeni oyunlar, oyuncaklar yaratmak gibi… Biz anneler de çocuklarımızın bu anlarını paylaşıp diğer anneleri bu sayede teşvik edebiliriz. Ama her zaman yeni oyun yeni oyuncak yaratmazlar çocuklarımız değil mi? Bazen de sıradan bir oyuna öyle harika ve farklı bakarlar ki şaşkınlığımızı engelleyemeyiz. Çocuklarımızın hayatın tüm alanlarında farklı bakışı açılarını gözlemlemek ise tadına doyulamayacak bir haz ve hayranlık yaratır bizler için.

Çocukların hayata nasıl başka baktığına dair eğlenceli reklam filmini izlemek isteyenler için linki paylaşıyorum: https://www.youtube.com/watch?v=EmlhumK8BKU

Biz de kızımla birlikte Dimes’in “Hayata Başka Bak” söylemini sonuna kadar destekliyoruz ve hatta bunun için desteklemekle kalmayıp içtiğimiz meyve suyu kutusu neye dönüşebilir diye bir oyun bile oynadık birlikte.

2017-08-19-PHOTO-00001939

Kızım verdi kararını. Minik oyuncak kaptan kediciği için bir gemi yapalım yüzdürelim dedi. Bana da seve seve bu hayalini gerçeğe dönüştürmek için yardım etmek düştü.
Biraz yapıştırıcı, bir adet kağıt, biraz boya kalemi ve bir makas yetişti imdadımıza. 2017-08-19-PHOTO-00001937

Ve sonuç tahmin ettiğimizden bile harika oldu. Ben sadece kızımın hayalinin peşine düştüm ve onunla birlikte hayata başka bakmanın tadını doya doya çıkardım.

2017-08-19-PHOTO-00001940

Sizlerin de hayata başka baktığınızın çokça günlerinizin olması dileğimle…
Sevgiyle kalın…
İnci Akbay Akbay

Beslenme & Sağlık İletişimi Programı

Bilgi çağında yaşıyoruz değil mi? Öyle bir bilgiye ulaşmak için çaba sarf etmek, emek vermek, belirli bir zaman ayırmak eskidendi değil mi? Artık tek tuşla hangi bilgiye ulaşmak istersek anında ulaşabiliyoruz. Peki ulaştığımız bilginin kaynağını sorguluyor muyuz? Maalesef ki çoğu zaman “Hayır”. Dolayısıyla doğru ya da yanlış olup olmadığı konusunda emin olunmayan bilgiler, kulaktan kulağa veya dijital ortamda çılgınca ve çok hızlı bir biçimde yayılabiliyor. Ve bilgi kirliliğinin ta kendisi oluyor işte. Ben üniversitede okurken arkadaşlarımla bir sosyal deney yapmıştık. “Bu sene üniversitemizin şenliklerine Şebnem Ferah gelecekmiş” diye asparagas bir haber çıkarıp birkaç arkadaşımıza söyledik ve ne kadar sürede bu haberin ne kadar yayılacağını gözlemlemiştik. Sonuç mu tahmin ettiğimizden çok daha hızlı ve ürkütücü olmuştu aslında. Üçüncü günün sonunda “Bu sene üniversite şenliklerimize hangi ünlü gelecek?” diye kampüs öğrencilerine yaptığımız anketin sonucunda %85 oranında Şebnem Ferah cevabını almıştık. Tamam, bu masum bir durum. Şebnem Ferah gelmedi, başka ünlü geldi, bizlerin hayatını etkileyen bir şey var mıydı? Hayır yoktu. Ama bir de şöyle düşünmenizi rica ediyorum. Konu bizlerin hayatını etkileyecek bir şey de olabilirdi değil mi? Nasıl mı? Sağlık gibi mesela. Beslenme gibi mesela.

İşte bu noktada harika bir programa dahil olma fırsatı buldum. Bilgi kirliliğinin çözümü için oluşturulmuş bir program. Sabri Ülker Vakfı’nın Beslenme ve Sağlık İletişimi Programı’ydı. Bilim insanları ile iletişimcileri İstanbul’da buluşturan bir programdı. Bir yanda sağlık ve beslenme alanında dünyanın önemli isimleri, önemli uzmanları bir yanda da basın ve bloggerlar yani biz iletişimciler.

IMG_4878
Öncesinde Sabri Ülker Vakfı’ndan bahsetmek isterim sizlere. Sabri Ülker Vakfı, gıda, beslenme ve sağlık alanındaki bilimsel bilgileri topluma ulaştırmayı hedefleyen tamamen bağımsız bir vakıftır. Vakfın amacı toplumun beslenme ve sağlıklı yaşam bilincinin gelişmesine katkı sağlamaktır. Özellikle belirtmek isterim ki tamamen bağımsız ve kar amacı gütmeyen bir kurumdur. Ayrıca Sabri Ülker Vakfı, dünya genelinde uluslararası referans kabul edilen, güvenilir kurumlar ve platformları takip ederek, onlarla işbirliği içinde olan bir kurum ve Avrupa Beslenme Vakıfları İletişim Platformu’nun Türkiye’den tek üyesi. Sağlıklı yaşam ve beslenme konularında doğru ve güvenilir bilimsel bilgiyi topluma ulaştırmak birebir amaçları.
Şimdi gelelim programa.

Dedim ya söz konusu “Sağlık ve Beslenme” olunca daha bir pür dikkat kesildik hepimiz. Ve günümüzde sürekli bu konuda artan bilgi kirliliğine dur demek için aslında iyi bilimin ne olduğuna dair ve doğru, yerinde bilgi kaynaklarına nasıl sürekli ulaşabileceğimize dair bir akış vardı.

İyi bilimin bileşenlerini dinledik, doğru ve uygun bilgi kaynaklarını, başarılı halk sağlığı girişimlerinden örnekleri, gıdaları, gıda katkı maddelerini ve gıda işleme teknikleri ile bunların sağlıkla ilişkisi hakkında efsaneler ve gerçekleri, sosyal medya ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla üretilen spekülasyonlar üzerine vaka çalışmalarını, beslenme önerilerini dinledik. Ve aslında altını çizmek istediğim konunun doğru ve güvenilir kaynaklardan şaşmamamız gerektiğini ve bu bağlamda Sabri Ülker Vakfı’nın; açık, doğru, güvenilir ve yerinde bilgiler sağlayan ve sürekliliği olan bir kaynak olmasını dinledik ve konuştuk.

Çünkü bilimsel bilgi önemli olandır ama artık günümüzde ondan daha da önemli olan bu bilginin değişime uğramadan yayılmasıdır.

Beslenme ve Sağlık İletişimi Programında alanında uzman bilim adamları kimdi diye merak ederseniz gururla yazabilirim:

Avrupa Uluslararası Yaşam Bilimleri Enstitüsü Direktörü (ILSI Europe) Prof. Diana Banati
Oxford Brooke Üniversitesi Misafir Öğretim Üyesi Prof. Julian D. Stowell
Hohenheim Üniversitesi Biyolojik Kimya ve Beslenme Bölüm Başkanı Prof. Hans Konrad Biesalski
Doğu Akdeniz Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halit Tanju Besler
İstanbul Teknik Üniversitesi, Kimya Metalurji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Beraat Özçelik
Avrupa Gıda Bilgi Konseyi (EUFIC) Genel Direktörü Dr. Laura Fernández Celemín
Newcastle Üniversitesi Tarım, Gıda ve Kırsal Kalkınma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Lynn J. Frewer
Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Çaplı

x(56)

Peki beslenme ve sağlık konusunda hangi kaynaklar ya da hangi kurumlara güveneceğiz derseniz, sizlere şöyle bir ipucu verebilirim. Sabri Ülker Vakfı ve Sabri Ülker Vakfı’nın yakın takip ettiği referans kurumlar: EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu), FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi), FAO (Amerikan Gıda ve Tarım Örgütü), WHO (Dünya Sağlık Örgütü), JECFA (Amerikan Gıda Tarım Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü’ nün birlikte oluşturduğu uzman komite), BNF (İngiliz Beslenme Vakfı), ILSI (Uluslararası Yaşam Bilimleri Enstitüsü), EUFIC (Avrupa Gıda Bilgi Konseyi) ve ADA (Amerikan Diyetisyenler Birliği).

Ne olursa olsun bilimle, doğru bilgiyle ve doğru bilgiyi yayanlarla kalın…
Sevgilerimle…
İnci Akbay Akbay

Çocuğum İçin Yatırım Sigortası

Hepimizin ortak endişelerinden biri değil mi? Çocuklarımızın geleceği. Geçtiğimiz günlerde tam da biz annelerin bu endişesine yönelik Anadolu Hayat Emeklilik tarafından düzenlenen önemli bir davete katıldım. Çocuklarımızın ileride daha iyi bir eğitim alabilmesi ya da daha iyi bir hayat sürebilmesi için bugünden düzenli tasarruf yapmaya başlamamızın ileride çocuğumuza nasıl büyük katkılar sağlayabileceğini konuştuk.

Ben ki çocuğumun geleceği için ölüm poliçesi dahi yaptırmış bir anne olarak yazıyorum: Gerçekten şimdiden yapacağımız küçük tasarruflar ileride çok büyük hayallerin gerçekleşmesinde bir araç olabilir. Bugünden her ay kenara koyacağımız küçük paralar ileride belki de çocuğumuzun geleceğini şekillendirmesinde büyük rol oynayacaklar. İşte bu bilinçle hele ki okul hayatı, okul masrafları başlamadan yapacağımız yatırımlar sadece çocuklarımız için değil bizlerin de içinin maddi anlamda rahat etmesini sağlayacaktır. Bugünün aylık 150 TL’si ileride bizleri hem büyük masraflardan hem de çocuklarımızı nasıl daha iyi okutacağız endişesinden kurtarabilir. Takdir edersiniz ki eğitim masrafları gün geçtikçe artmakta.

Davette bizler “Çocuğum İçin Yatırım Sigortası”nı dinledik. “Çocuğum İçin Yatırım Sigortası” ne diyecek olursanız kısaca özetlemek isterim. Çünkü tasarrufa ilk adım atma noktasında özellikle biz annelere büyük rol düşüyor değil mi…

Şöyle ki “Çocuğum İçin Yatırım Sigortası”nın, 0-15 yaş arasındaki çocuklara iyi bir gelecek hazırlama imkanı sunduğunu ve asgari 150 TL, 50 dolar veya euro aylık prim ödemeleri ile düzenli tasarrufların çok iyi getirilerle büyümesini sağladığını dinledik.

Ayrıca ödenen primlerin tamamı, ödenen ayda elde edilen ücretin %15’ini ve brüt asgari ücretin yıllık tutarını geçmemek koşullarıyla gelir vergisi matrahından indirilebiliyor olması da büyük avantaj.

Bununla birlikte Anadolu Hayat Emeklilik, çocuklarımızın gelecekteki finansal güvencesi olarak sunduğu Çocuğum İçin Yatırım Sigortası’na ait hayalolarakkalmasin.com adlı bir mikro site hazırlamış. Çocuğunuz büyüdükçe birikimi de büyüsün, hayalleri hayal olarak kalmasın” sloganı ile hayata geçirilen site bilgi verirken eğlendiren yapısıyla de beğenimi kazandı açıkçası.

Sitede ‘Çocuğum İçin Yatırım Sigortası’nın tüm detaylarını öğrenebilirsiniz ve çocuğunuzun hangi meslek alanına ilgisi olduğu da yapılacak anket ile eğlenceli bir şekilde öğrenilebiliyorsunuz. Ayrıca “Profesör Hayri Öğretir” karakterinin yer aldığı videoda Çocuğum İçin Yatırım Sigortası hakkında merak edilen tüm bilgiler sunuluyor ve 0-15 yaş arasındaki çocuklarımızın geleceğine yatırım yapmak isteyen bizler poliçe süresinin sonunda elde edebileceğimiz tahmini birikim tutarını da öğrenme şansı bulabiliyoruz.

Herşey çocuklarımız için, onlara daha iyi bir gelecek sunmak için aslında.

Çünkü onlar bizim herşeyimiz…

Sevgiyle kalın…

PMYG0913

Dikkat! Bu Bir Okula Başlama Hikayesidir!

Kızım tam 3 yaşına girdi ve geldik mi en önemli sürece. Okula başlama süreci hem de, öyle böyle değil. Hani her sürecin başında deriz ya, bu süreci bir atlatayım çok önemli ve çok zorlu çünkü diye. Meme bırakma, tuvalet eğitimi vb gibi. Ama bir şey söyleyeyim mi; okula başlama süreci yani ilk defa okul deneyimi çok daha zorlu ve kritik bir süreç, benden söylemesi, çünkü memeyi bırakma da tuvalet eğitiminde de yanında biz varız, sığınılacak liman yine biz anneleriz, hep elele, dipdibeyiz. Ama ya okul, biz yokuz artık bir birey olarak kendisi var sadece. Tuvalet, meme, emzik vb süreçlerde ne oluyor en fazla bir hafta sürüyor, bize sığınıyor ve bir şekilde geçiyor dimi, peki ya okul?

Çocuğunu okula başlatmamış ve başlatacaklar için öncesinde bir çift kelam etmek isterim sizlere. Hayatınızın sınavına ya da savaşına gireceksiniz hazırlıklı olun. İnanın bu süreçte sihirli bir değnek yok,bildiğiniz ciddi bir savaşa giriyorsunuz benden söylemesi. Sabır ve empati savaşıdır bu. Başlıyoruz; ( İlk maddelerden sonlara doğru tansiyon yükselecek haberiniz olsun)

1. Öncelikle çocuğunuzu başlatacağınız okuldan beklentinizi belirleyin.

  • Çift dil öğrensin,
  • Disiplini öğrensin,
  • Okumayı, yazmayı ve hatta integrali türevi öğrensin,
  • Sosyalleşsin,
  • Mutlu olsun yeter…

Bizim beklentimiz belliydi; sosyalleşmesi ve mutlu olması yeterliydi bizim için.

2. Okulları keşfe çıkın, gözlemler yapın.

Yaklaşık 20 kadar okul gezdik ve gözlem yaptık. Ama, biz öğretmenlerin çocuklara davranışlarını gözlemlemedik, çocukların öğretmenlerine nasıl baktıklarını gözlemlemeye çalıştık. Çünkü en iyi ipucunu o minicik bakışlar ve o minicik duruşlar verir her zaman.

3.Evinize çok yakın bir okul tercih edin, mümkünse.

Küçücük çocuklarımızın okula gidip gelirken trafikte saatlerce yol gitmesi ve daha 3’lü yaşlarında “Çok eğlenceli bir yer” olarak nitelendirmeye çalıştığımız yerin büyüsünün yolda o kadar zaman geçirerek kaçmasına gönlüm el vermedi. Ama en önemlisi yolda geçecek birkaç saat yerine koşsun oynasın istedim, gerek yoktu bu kadar minicikken hayatın trafik gerçeği ile tanışmasına.

4. Butik bir okul olsun mümkünse.

Okullara gittiğimde sorduğum ilk sorulardan bir tanesi de buydu. “Okulda toplamda kaç kişi olduğu”. Bir okula hayran kalıp bu sorunun cevabının 300 olduğunu öğrenince tası tarağı toplayıp kaçtım resmen. 300 nedir yaa!!! Düşünsenize o kadar kalabalığın içerisinde kendilerini kaybedilmiş hissetmezler mi!

5. Seçtiğiniz okulun her köşesini, her deliğini çocuğunuzla birlikte gezin, keşfedin.

Buraya kadar her şey tamam, beklentimiz belli, okul evimize yakın, butik, birlikte okulumuzu da gezdik, her şey harika, okul çantamızı okul ayakkabımızı birlikte aldık, müthiş, ya peki bundan sonrası, kuşanın kılıçlarınızı asıl şimdi başlıyor sabır ve empati savaşı.

 

6. Oryantasyon haftasının ya da günlerinin seçimi çok önemli.

Okulunuzdaki tarihleri ve günleri öğrenin. Genelde ilk başlar başlamaz müthiş bir yoğunluk olur ve çocuklar ağlar sızlanır, sanki zorlanırmış gibi bir eda vardır. E hani okul çok eğlenceli bir yerdi, her çocuğun büyür büyümez gitmek istediği bir yerdi, böyle bir tablo ile çocuğunuzu karşılaştırmak ister misiniz. Daha başlarken bu savaşa yenik düşmek değil midir böyle bir algı. İşte ben de tam bu düşünce ile, kızımı oryantasyon haftasının ertesi hafta başlattım okula.

7. Anneli babalı oryantasyon başlıyor.

İlk iki gün sınıfında ben de yanındaydım kızımın. Üçüncü, dördüncü ve beşinci gün sınıfın hemen yanı başındaki merdivenlerde oturdum bekledim. Sonraki hafta yani okuldaki ikinci haftamızda bekleme salonunda beklemeye başladım. Tam bir hafta boyunca bekleme salonundaydım. İlk zamanlar yarım saatte bir orada mıyım diye beni kontrole geliyordu kızım, gün geçtikçe bu süre uzamaya başladı. Çünkü artık okulunu, öğretmenlerini ve arkadaşlarını yavaş yavaş tanımaya başlıyordu. Ama tabi “Hadi kızım sınıfına gir ben bekliyorum” deyince tıpış tıpış gitme durumumuz olmadı hiç bu süreçte. Her defasında uzun uzun anlattım, okulun ne güzel bir yer olduğunu, burada bir sürü arkadaşı olacağını, evde artık sıkıldığımızı, burada öğreneceği yeni şeyleri heyecanla dinlemek istediğimi ve bana da öğretmesini istediğimi, ben küçükken hep okula gittiğimi, okulun harika bir yer olduğunu ve okul çıkışında birlikte ne yapmak isterse gidip onu yapıp okulda yaptıkları ile ilgili ne güzel sohbetler edeceğimizi ve daha bir sürüsü aslında. İkna turlarında konuştuklarımızı yazsam değil blog yazısı, roman olur. Siz düşünün artık nasıl taklalar attığımızı:)

Bir de yanınızda hep en sevdiği birkaç oyuncağınızı da götürün.”Gel bugün de ayıcığa okulumuzu gösterelim, ne kadar güzel bir yer olduğu” diyerek belki de. Yanlarında evlerinden kendilerinden bir parça olduğunu görünce sanki kendilerini daha iyi daha güvende daha tanıdık bir yerde gibi hissediyorlar bence.

8. Öğretmeninde Anne’den yani sizden birşeyler bulması. ( Sizden diyorum bu yazıyı anneler okuyacaktır hep diye düşünerek, okuyan baba varsın lütfen bana yazsın, madalyanız hazır;))

Gülümsemesi mi olur, ses tonu mu olur, sıcaklığı mı olur bilemiyorum ama çocuğunuzun öğretmenine kendini yakın hissetmesi ve annesinden bir şeyler bulması çok önemli. Bu sayede kendini oraya ait hissedecek çünkü.

Eveet iki haftanın son gününe gelmiştik, ikinci haftanın cuma gününde kızıma hediye etmesi için bir hediye aldım ve gizlice öğretmenine verdim. Tabi kızımın bu aralar ilgilendiği bir şeydi seçimim. Bir minik dinazor oyuncak:) Öğretmeninden bunu kızıma vermesini ve ona “Senin için bir hediye aldım, hafta sonu beni özlersen bu hediyeye bakıp beni hatırlamak istersin belki, belki de benim için oynarsın benim için bakarsın hediyene” demesini rica ettim. Öyle tatlı bir öğretmenimiz var ki, kabul etti ve tam da tahmin ettiğim gibi kızım etkilendi bu durumdan ve hafta sonu minik dinazoru ile oynarken öğretmeninden bahsetmeye başlamıştı.

9. Babalar bu madde sizin için;) İlk okul deneyiminde, okulun ilk günlerinde eşinizle birlikte siz de çocuğunuzun yanında olun.

Okula birlikte gidin, bekleyebiliyorsanız birkaç gün anneyle birlikte okulda bekleme salonunda siz de bekleyin. Hatta oryantasyon sürecinizi tamamladıktan sonra anneyle dönüşümlü olarak siz getirin götürün okula. Hem eşinize hem çocuğunuza destektir bu hem de babalığınız da unutulmayacak hatıralardır;)

 

10. Eveeet, geldik en kritik noktaya, çocuğunuzu okulda bırakıp tekrar geri alma sürecine;

Okulun kapısından kızımı öğretmenine bırakıp el sallayıp çıktım demeyi isterdim tabi öyle olmadı. Bu hayaller kısmı zannedersem:) 3. haftamızda bunu başarmaya çok kararlıydım ve hafta sonu her türlü hazırlığımı yaptım:) Dedim size hayatınızın en önemli savaşı diye. Öyle elini kolunu sallaya sallaya olmuyor bu savaş, ciddi mesai gerektiriyor haberiniz olsun:))

Tüm hafta sonu bu durumu güzel güzel anlattım. Ve saatçiden iki tane saat aldım, alarmının olması tek dikkat ettiğim noktaydı. Biri benim için, diğeri de kızım için. Saatlerini saniyelerine kadar aynı olacak şekilde ayarladım. Ve iki saatinde alarmlarını 12:30’a kurdum. Adını “Anne Alarmı” koymuştum.  Bir ismi olmalıydı dimi, çünkü onlar her şeye nasıl bir isim takıyorlar, bu sefer de ben taktım işte bir isim:) Ve saatleri sakladım, okul günü görmeliydi.

IMG_1623_resized

3. haftamızın ilk gününde okul kapısında ona bir hediyem olduğunu söyledim. Ve hediyemi verdim. Heyecanla açtı, saatleri görünce hoşuna gitti. Ve yine anlatmaya başladım. Hep anlatıyorsunuz unutmayın anneliğin diğer adı bence kesinlikle anlatıcı olmalı:) Bu saatlerin anne alarmı olduğunu ve benim bir işim olduğu için gideceğimi ama alarm çalar çalmaz burada olup onu alacağımı uzuun uzuun anlattım. İlk gün evet biraz fazla uzun anlatmış olabilirim. Ama ikna olmuştu. Saatlerimiz tam 12:30 olduğunda oradaydım ve ikimizin de alarmları çalmaya başlamıştı. Ve aşağıdan duyduğum ses” Anne alarmı çalıyor” diye sevinçle bağırışıydı. İşte o ses, “Evet İnci yaa sen bir şeyler yapıyorsun kendince ama sanki doğru yapıyorsun” dedirtti bana sevinç, gurur biraz da hüzün karışık.

 

3. haftamızın ortasında saatlerimizin alarmlarını 12:45’e kurdum. 15 dakika uzatmıştım başarıya bakın:) Şaka şaka yavaş yavaş arttırmalıyım diye inanıyordum çünkü.

Bu hafta yani 4. haftamızda saatlerimizin alarmları 13:00 oldu.

Tam bir ayımızı tamamladık okulda. Bu bir aylık süre boyunca bir kere ağlamadı kızım, ağlatmak istemedim, çünkü böyle bir sürecin travmasız olmasını arzu ediyordum. Ağlayarak okulda kalan çocukların çaresizlikten kabullendiklerini düşünüyorum bu durumu. Ama benim niyetim çaresizlikten kabul etmesi değildi, keyiften kabul etmesi idi. Ağlayarak, ağlatarak zorla okulda bırakılan çocuklar, belki de ilerde okul hayatları ile ilgili bir travma yaşarlar, “Biz ağlayarak gittik de ne oldu sanki” demeyin lütfen, kimbilir içinizde bir yerlerde neler saklıdır. Ya da okuldan gizli gizli kaçan ebeveynler, aynısını size en çok güvendiğiniz bir insan yapsa, aranızdaki bağ zedelenmez mi, güven sorunu yaşamazmısınız bir düşünün.

Yaşadıklarımızı anlattım şimdi de şu geçtiğimiz bir aydaki hislerimizi anlatayım mı:

Ben: Düşünmekten, anlatmaktan, beklemekten yorgun, zaman zaman yapabileceğiz inancını yitirmiş ama kararlı, kızım okula başlıyor diye hüzünle karışık mutlu, gururlu yani karmakarışık duygulu

Kızım: Öğretmenini sahiplenmiş, onu öpmek istemiş, arkadaşlarının isimlerini evde evcilik oynarken söylemeye başlamış, okuluna kendini ait hisseden, mutlu.

Başta ne demiştim beklentim “Mutlu olsun yeter”. Süreç benim için ne kadar uzun ve yorucu da olsa, sonuç herşeye değer.

Mutlulukla kalın olur mu…

Sevgilerimle…

İnci Akbay

 

 

Artık Herkes Kendi Odasına…

Tuvalet eğitimi, meme bırakma süreci derken oda ayırma süreci de geldi çattı. Bana kalsa yıllarca yan yana yatalım ama neyse biz yine de odaları ayıralım canımız isterse beraber yatarız dedik. Ne kısıtlama ne de baskı yapıyoruz bu konuda. O gece kim nerede ve nasıl uyumak istiyorsa öyle uyuyoruz amaç huzurla büyümek veya huzurla büyütmek değil mi ne de olsa. Serde huzur varsa gerisi biraz boş kalıyor benim için.

Tam iki buçuk yaşına kadar beraber yattık. Çünkü hayatımızda çok önemli bir faktör vardı. Meme faktörü. Bir de ben, çocuk ve anne arasındaki güvenli bağlanmaya çok inanan bir anneyim ve bu bağlanmada en önemli faktörlerden bir tanesinin beraber uyumak olduğuna da. Ha erkenden yatağını odasını ayıranlara lafım yok o ayrı. Herkesin anneliği kendinedir sonuçta ve herkes en iyi çocuğunu kendi tanır ve yüreğinin sesi ne diyorsa onu dinler orası ayrı ama benim yüreğimin sesi beraber yat diyordu ve ben de dinledim. Gerçi hala beraber yat diyor o yüreğimin sesi:)) Seviyorum ne yapayım. Neyse, kafamdaki planda tam bu şekildeydi. Memeyi bıraktıktan bir ay kadar sonra odalarımızı ve yataklarımızı ayıralım. Çünkü kızım büyüyordu ve bir birey oluyordu.

Memeyi bıraktık. Ve geldi çattı oda ayırma süreci. O zamana kadar kendi yatağının uzun kenarını kestirip bizim yatağımıza monte ettirmiştik ve böylece üç kişilik bir yatak olmuştu yatağımız ve yanımızda yatıyordu. Tam iki buçuk yıl boyunca yanyana yattığımızdan dolayı “Ya iyice alışırsa artık kendi odasında yatağında yatmaz” söylemlerine kulak asmadık hiç. “Aman kucağa alıştırma” gibi bir söylemdi bu. Tam tersine inanıyordum hatta, ne kadar beraber olursan o kadar kendini iyi ve güvende hissedecek ve ayrılma süreci o kadar kolay olacaktı aslında. Gerçekten de öyle oldu. Oda ve yatak ayırma sürecinde zorlanmadık. Sadece bir iki hafta gece uyandığında ağlamadan kendi yatağından inip yanıma geldi ve yanımda uyumaya devam etti, sonrasında alışmıştı ve kendi yatağını ve odasını çok benimsedi. Böyle olmasında hem uzun dönem bir arada yatmamızın etkisi olduğu gibi , ona kendi kendine yetebileceği bir oda hazırlamamızın da etkisi çok oldu. Ah şimdiki aklım olsaydı hamileyken başlıyoruz ya çocuk odası yapmaya, devasa parmaklıklı yataklar, dolaplar vs ne gereksizmiş, ah diyorum gerçekten ah, şimdiki aklım olsaydı kesinlikle oda ayırma sürecine gelmeden bir çocuk odası yapmazdım. Boşu boşuna sırf biz anneler kendi kendini tatmin etsin diyeymiş diye düşünüyorum artık ne yalan söyleyeyim. Siz kendinizi çocuğunuzun yerine koyun ve düşünün; devasa bir yatak, içerisinden kendi kendinize inemediğiniz  ya da istediğiniz zaman kendi yatağınıza dahi kendiniz çıkamadığınız. Kıyafetlerinizi almaya boyunuzun ve ellerinizin yetmeye dolaplar. Ya da hani çocuklarımız için oyuncak olmazsa olmazdır ya bizler için de telefon gibi. Telefonunuzun yetişemediğiniz bir dolapta olduğunu düşünün, almak için birinin size yardım etmesi gerektiğini. Nasıl hissederdiniz kendinizi, durun ben söyleyeyim; eksik, yetersiz, özgüvensiz değil mi! Peki dünyadaki en değerli varlıklarımızın kendilerini böyle hissetmelerini ister miyiz! Elbette ki hayır.

İşte tüm bu sebeplerden oda ve yatak ayırma sürecindeki en önemli konu odası ve yatağın nasıl olacağı idi bizim için. Kendisini odasında yeterli ve iyi hissedip odasını ve yatağını kabullenebilmesi temeldi bizim için. Kabullenme akabinde sahiplenmeyi getirir çünkü ve süreç çok kolaylaşır böylece.

Önce anlattım Mavi’ye uzun uzun, büyüyor olduğunu ve bu yüzden çok mutlu olduğumuzu, artık ayrı odalarda ve ayrı yataklarda yatacağımızı ve bunun harika bir şey olduğunu. Sonrasında nasıl bir oda istersen beraber hazırlayalım odanı dedim. Tabi burada benim yönlendirmelerim çok oldu. Yani benim seçtiğim alternatifler arasından kızıma yaptırdım seçimi. Dolayısıyla kendi karar verdiği için sahiplenmesi bu süreci daha kolay oldu. Mesela, yastık alırken kedili yastık mı kuşlu yastık mı istersin gibi;)

En önemli kısıma geldik, yatak konusu. Tamamen kendi kendine yetebileceği bir yatak olmalıydı. Hani montessori yatağı denilen yer yataklarından. Önceleri şu modeli beğeniyordum yer yatakları arasında ama sonrasında tepesindeki iskelet düşer aman devrilirse vb gibi bir tribe girip vazgeçtim, tipik anne paranoyaklığı işte.

Görsel internetten alıntıdır.

Mavi-icin-dusundugum-montessori-yatagi-iste-tam-da-boyle-birsey_-Sonunda-tam-istedigimi-buldum-@mobi

İstediğim gibi bir şey bulamazsam da altında bir zemin ve üzerinde yatak olacak şekilde bir yer yatağı hazırlayacaktım. Bunun gibi; ( görsel internetten alıntıdır.)

7X1APr

En önemli konu yatak demiştim ya; bir iki basamak merdiveni olan bir yer yatağıydı hayalim ve yatağının içerisinde minik bir kitaplık. Merdiveninden istediği gibi inip çıkabileceği ve yatağının içerisindeki minik kitaplığından istediği kitabı seçip gece yatarken benim kızıma okuyabileceğim bir yatak bulmuştum sonunda. Ve yatağının üzerinde hoşuna gideceği eğlenceli mümkünse uyuyan yastıklarla tamamlanacaktı en önemli kısım.

Ve odamız hazırdı, biz de bu sürece hazırdık.

IMG_0922

IMG_0929

IMG_1159

Dolabını zaten daha öncesinde kapaklarını söküp kızımın boyuna uygun olacak şekilde duvara monte etmiştik. Kendi boyuna göre bir aynası ve yine kendi boyuna göreydi oyuncak rafları, kıyafet askıları, havlusu gibi kısımları hazırlamıştık.

IMG_0939

IMG_0927

IMG_0926

Biz hazırdık artık oda ve yatak ayırma sürecimize. Hiç zor olmadı, tam tersine bu durum çok hoşuna gidiyordu kızımın. Gece olunca kendi yatağına yatıyoruz beraber,  ben kitabını okuyup, kızım uyuduktan sonra kalkıyorum yanından.

Snapseed

IMG_0923

Ama en başında da dediğim gibi ne zaman isterse yanımıza gelip beraber uyuyabiliriz ya da ben kızımın yatağında yanına yatıp uyuyabilirim;)

untitled_resized

Huzurlu günleriniz, huzurlu geceleriniz olsun ileride sevgiyle hatırlayacağınız…

Sevgilerimle…

Montessori yatağımız:  www.mobilyadamoda.com

Eğlenceli yastıklarımız: www.pamuka.com.tr

Kitaplar için de “Timaş Yayınları Mini Masallar” serisini keyifle tavsiye ederim.

 

Merhaba Bezsiz Hayat

Bir tuvalet macerasına hazır mısınız? Hayatınızda kullanmadığınız kadar çiş ve kaka kelimelerini kullanmaya hazır mısınız? Bu maceranın yorucu ama aslında çok eğlenceli olduğunun farkında mısınız? Ve daha bir sürüsü… Haydi gelin bu maceraya birlikte yolculuk edelim;) İşte bizim tuvalet maceramız…

Her altı ayda kızımı pedagoga götürüyorum rutin gelişimi için. 18 aylıkken gittiğimizde konu tuvalet eğitimine de geldi. Pedagogumuz tuvalet eğitiminin 30 aylıkken başlanması gerektiğini dile getirmişti. Biz de tamam dedik, doğru zamanın gelmesini bekleyeceğiz o zaman. Fakat birkaç aydır bebeğim, hem kaka hem de çişinin geldiğini söylüyor ve bez değiştirmelerimiz ciddi krize dönüşüyordu. Son bir aydır, “anne bana bez koyma” diye birkaç kere açıkça söyledi ve ben kızımın bu mutsuzluğuna son vermek istedim. Bu kadar aleni işaretleri sırf zamanı gelecek diye bekletmek ve bebeğimi daha fazla huzursuz etmek istemedim.

Halbuki aylar önce Yeditepe Üniversitesinde Ebeveyn Koçluğu eğitimlerini alırken “Tuvalet Eğitimi” bölümünde, tuvalet alışkanlığı için olan bütün testleri kızım için de yapmış ve hazır olduğunu görmüştüm. Haydi gelin bu testi tekrar birlikte yapalım:

1.  Mesane kontrolü ne düzeyde?

  • İki veya üç saat süresince bezi kuru oluyor mu?
  • Yüzüyle, mimikleriyle bunu gösteriyor mu?

2.  Bedensel gelişimi uygun mu?

  • Elleriyle çeşitli objeleri kavrayabiliyor mu?
  • Legoları takıp çıkarabiliyor mu?
  • Tek başına bir iskemle de oturup, kalkabiliyor mu?

3.  Zihinsel gelişimi uygun mu?

  • Belli bir yere gitme talimatına uyuyor mu?
  • Yüzündeki organları gösteriyor mu?
  • Basit işlerde sizi taklit ediyor mu?
  • Bir objeyi yerleştirebiliyor mu?

Bizim testimizin sonucu çok olumluydu ama testin sonucu ne kadar olumlu olursa olsun, mesane kontrolünü muhteşem yapabilsin, fiziksel ve zihinsel gelişimi muhteşem yeterli olsun, aslında asıl en önemlisi bezsiz hayata hazır mı, bunu gerçekten istiyor mu sorusuna verebileceğimiz cevap olmalı.

Şimdiki aklım olsaydı çok erken diyenlere kapatırdım kulağımı ve çocuğumun sesini ve duygularını dinlerdim.
Bebeğim tam 23 aylıktı tuvalet eğitimine başladığımızda. Ve üçüncü gününde tamamlamıştık tuvalet eğitimini. Öyle hazırmış ki aslında. Bana düşen sadece yol göstermek ve bu süreci en keyifli hale getirip destek olmaktı.

Eğitime başlamadan bir gün önce birlikte alışverişe çıktık, bezsiz hayat alışverişiydi bizim için. Birlikte seçtik alacaklarımızı keyifle.

Bizim tuvalet eğitimi listemiz ve yaptıklarımız şu şekildeydi:

  • Tuvalet adaptörü: Basamaklı olmalıydı. Ayakları havada kalmamalı. Bir basamağa basabilmeli ve kendini daha güvende hissedebilmeliydi. Doğuştan gelen tek korku düşme korkusuysa, önce bunu güvene almalıydık dimi. ( Bu arada lazımlık hiç kullanmadık çünkü biz lazımlığa yapmıyoruz, ona büyüdüğünü hissettireceksek, o da bizim gibi klozete yapmalıydı çişini de kakasını da diye düşündük, iyi de etmişiz açıkçası) Moonstar markalı “Toilet Trainer” isimli bir adaptördü aldığımız. Bebek ürünleri satan çoğu yerde bulabilirsiniz. Bence müthiş bir ürün. Sadece kaymaması adına altına kaymaz bant yapıştırın. Tuvalet alışkanlığına biraz daha renk katmak için renkli veya figürlü tuvalet kağıtlarından kullandık.

tuvalet1

  • Alıştırma külotları: Baby Neo’nun alıştırma külotlarından almıştık. Çok fazla almaya aslında hiç gerek yokmuş. İki tane çok rahat işimizi görürmüş. Çünkü sadece uyku zamanları giydirdim. Öğle uykusu ve gece uykusu. Gün içerisinde hep normal külotları giydirdim. O ıslaklığı hissetmeliydi çünkü.

tuvalet4

  • Bol bol külot: Ah ne zormuş, şöyle eğlenceli, üzerinde karakterler olan pamuklu 1-2 yaş külodu bulmak. Ya kalıpları çok büyük ya da kesimleri çok derin bu külotların, tabii zaten zar zor buluyoruz bu 1-2 yaş külotlarını. Nedense çoğu yerde 3 yaş ve sonrası külotlar mevcut. Sonuçta etek giyiyor ya da ilk günler sadece külotla geziyor ve yerle teması olmamalı hiçbir şekilde cinsel organın, bu yüzden tam sarmalı bedenini. İnanın bakmadığım çocuk mağazası kalmadı neredeyse, hala daha da bakmaya devam ediyorum. Üzerinde sevdiği karakterler olan, bedenine göre pamuklu külotlar için. Puledro’da ve H&M’de bulabildim ben;)

 

  • Prima Pampers Bez Külot: Hiiç ama hiç gerek yokmuş bence. Sadece ilk gece bebeğim uyuduktan sonra haberi olmadan bu bez külottan bir tane giydirdim ve sabaha karşı yine haberi olmadan çıkarttım. Madem bezi bırakıyoruz, hayatımızda hiçbir zaman olmamalıydı. Ne gece ne gündüz.

 

  • Net Çocuk “Kızımın Tuvalet Kitabı”: Resmen bugünlerde başucu kitabımız oldu. Kız ve erkek çocuk olarak ayrı iki kitap şeklinde. Tuvalet eğitimine başladığımız gün okumaya başladık ve her tuvalete girişimizde klozette otururken okuduk tekrar tekrar. Kitabın arkasında ödül çıkartmaları var. Ayıcıklar çiş ya da kaka yapıyor bu çıkartmalarda ve altlarında “Büyüyorum, Büyüdüm, Harikayım, Şampiyon..” gibi olumlu ifadeler yazıyor. Her çiş/kaka sonrası bir adet çıkartmayı tuvaletin kapısına yapıştırıyorduk. Hangisini seçeceğine bebeğim karar veriyor ve kendisi yapıştırıyordu.

tuvalet3

tuvalet7

  • Büyük Ödüller:  Bahsettiğim çıkartmalardan 10 tane olunca bir büyük ödül zamanıydı bizim için. Yani 10 kere çiş veya kaka yapınca büyük bir ödül kazanıyordu bebeğim. Bu daha da eğlenceli hale getirmişti tuvalet eğitimizi. Her çiş ve kaka sonrası önce heyecanla çıkartmasını yapıştırıyor sonra da yine heyecanla kendince saymaya çalışıyordu 10 tane olmuş mu diye. Bir, iki, üç, beş, sekiz, omm:) Olmuş mu diye bana bakıyordu sonrasında. Birlikte sayıyorduk ve 10 tane olmasını bekliyorduk. Mesela büyük ödüllerimizden bir tanesi “Çiş yapan bebek” ti. Biberonu ve lazımlığı var içerinde. Suyu içiriyorsunuz biberonu ile sonrasında çiş yapıyor:) Ama içinde bezleri de vardı, e tuvalet eğitimi, bezsiz hayat diyoruz, bebeğin bezlerini de kaldırdık ve minik külotlar diktik bebeğe de. Diğer büyük ödül “Çamaşır Makinesi”ydi. Bebeklerimizin kıyafetlerini ve külotlarını çamaşır makinesinde yıkıyorduk. Deterjan bölümüne biraz su koyuyorsunuz ve makinenin içindeki çamaşırlar dönüyor müzik eşliğinde ve biraz ıslanmış çıkıyor. Sonrasında da asıyorduk çamaşırlarmızı. Büyük ödüllerimiz de bir şekilde aslında tuvalet eğitimimize destek verecek uyumlu oyuncaklardı. Konuyla alakasız oyuncak seçmemeye özellikle dikkat etmiştim. Toys R Us ‘larda bulabilirsiniz bu oyuncakları;)

tuvalet2

  • Tuvalet Saati: Biri size yarım saatte bir hep aynı soruyu sorsa rahatsız olmaz mısınız? “Eeeh yeter ” diye düşünmez misiniz? Sonuçta ilk gün yarım saatte bir ertesi günlerde saatte bir “Çişin var mı? Kakan var mı?” diye sormam gerekiyordu ama ya rahatsız olursa diye işin içerisine biraz eğlence katmak istedim. Telefonumun alarmını her yarım saatte çalacak şekilde kurdum ve alarm melodisini Pepe’nin “Çişler tuvalete, kakalar tuvalete” şarkısı yaptım ve telefonu tuvalet aynasının önüne koydum. Alarm yani bu şarkı başlar başlamaz “Aaa çişler tuvaleteee” diye benden önce koşmaya başladı. Şarkı söyleyip, dans ederek tuvalete koşmak en keyifli kısmıydı bizim için;) Alarm saatimizi de aslında yine bebeğim belirledi. İlk gün öğleden önce çok kere küloda yaptı çişini. Yaparken de ” Aaa çiş yapıyorum” diyordu ve o ıslaklığı hisseder hissetmez tuvalete koşuyordu. Bu süre yarım saatti. İlk gün öğleden sonra bu tuvalet saatini hazırladım. Biliyordum artık yarım saat süre olduğunu. Çiş gelmek üzereyken hoop şarkımız başlıyor ve tuvalete gidiyorduk. Çişini yapıp, poposunu siliyor ve sifonu kendi çekiyordu, sonrasında el yıkama keyfi ve kapıya ödül çıkartmaları zamanı geliyordu.

 

  • Dışarı Tuvaleti: Evde geçen üç günün ardından dışarıya çıkabilirdik artık. Potente Plus portatif lazımlığımız yanımızda, tuttuk parkın yolunu. Ama öncesinde anlattım “Bu bizim dışarısı için tuvaletimiz” diye uzun uzun. Kapının koluna astık Potente Plus’u bir süre. Dışarıya çıkarken “Annee, tuvaletimi unutmayalım” diye kendisi demeye başlamıştı. Ve katlayıp çantamızın içinde rahatça taşıyabiliyorduk. Tabii dışarıda daha çok sormak gerekiyormuş. Çünkü oyun, park, salıncak, kaydırak olunca söz konusu, akan sular duruyor bizde:)

tuvalet8

Tuvalet eğitimi süresince evden çıkmadık hiç. Tam başlayacağımız bir eğitim yarım kalmasın ve başarısızlık hissini yaşamasın istedim. Bir yandan da eve hapsolmuş hissini de yaşamamalıydı. Bu sebeple bol oyunlu ve keyifli bir süreç olmalıydı evde geçen o üç gün.

Aslında sadece çocuğun değil, annenin de bu süreci istemesi ve hazır olması önemli. Çünkü gerçekten o enerjiyi hissediyorlar. Hani derler ya, en çok hayvanlar ve bebekler olumlu, olumsuz her türlü enerjiyi hisseder diye, gerçekten de doğru bence. Annenin cesaretini, güvenini, keyfini ve biz bir ekibiz ve bu süreci en güzel şekilde tamamlayacağız enerjisi çok önemli. Off yoruldum, bittim, aman uykularım, öldüm, ağladım, sızlandım….bütün bunları hissediyorlar emin olun. İlk günler elinizde bezlerle geziyorsunuz, kendinizi evinizin çoğu yerine yapılmış çişleri temizlerken buluyorsunuz. Üç gün uykusuz geçiyor. Çünkü saat başı kontrol ediyorsunuz, çiş yapmış mı diye. Ya da uyandırıp soruyorsunuz “Çişin var mı?” diye. Ben sadece ilk gece çiş için kaldırdım ve tuvalete götürdüm, uyku sersemi önce ne olduğunu anlamadı ama tuvalete oturunca ağlamaya başladı. Bir daha da kesinlikle geceleri kaldırmadım tuvalete götürmek için. Zaten bez bağladığımız dönemde de sabahları bezi kuru kalkıyordu. Sabaha kadar tutma refkesi geliştiğine göre neden bezi attığımızda uykusunu bölüp rahatsız edecektim ki. Sadece dediğim gibi saat başı kontrol ettim ıslaklık var mı diye. Gece iyi geceler dilemeden önce çişimizi yaparız diyordu “Kızımın Tuvalet  Kitabı’nda;) Bu sayfayı okuyup her gece çişimizi yapıp yattık sabaha kadar.

Çişini tutma refleksini arttırabilmek adına minik minik taktikler yapmaya başladık sonrasında. Mesela;

“Anneee, Çişim geldi”

İlk gün: Altında sadece külot var. Koşa koşa tuvalete gidiyoruz, ben çıkarıyorum hızlıca külodunu.

İkinci gün: Altında yine sadece külot var. Koşa koşa tuvalete gidiyoruz, bu sefer Mavi kendi çıkarıyor külodunu ( Tabi bu birazcık daha zaman alıyor ve çişini tutuyor o esnada)

Üçüncü gün: Altında hem külot hem pantolon var. Tuvalete gidiyoruz, hem pantolonunu hem külodunu kendi çıkarıyor;)

Böylece tuvalet alışkanlığı kazanma sürecimizi tamamladık keyifle, darısı tüm hazır olan ve isteyen çocuklarımızın başına;)

Bu arada, tuvalet eğitiminde ne “çok erken” ne de “çok geç” diye bir durum yokmuş. Ama maalesef ki bizim insanımız da hep bir erken, geç söylemi var ve bu durumu maalesef ki çocuğun akıllı olması ile ilişkilendiriyorlar. Çook yanlış, çook saçma ve çook mantıksız… İşte bu saçma sapan söylemlerden bazıları:

İki yaşından önce bez bıraktıysanız: “Aaa çok erken” bu biiir. “Maşallah ne akıllısın sen” bu ikiii.

İki yaşından sonra bez kullanmaya devam ediyorsanız: “Aaa hala mı bez bağlıyorsunuz koskoca çocuğa” bu biiir. “Aklın her şeye eriyor da kıçındaki bezi bilmiyorsun bi tek” bu ikiii.

Dinlemeyin, bunlar safsatalar. Çocuğun aklıyla da gelişmişliğiyle de ilgili değil. Önemli olan çocuğunuzun bunu istemesi. Bez bırakmayı istemesi ve buna duygusal olarak kendini hazır hissetmesi!

Bol çişli, kakalı bir yazı oldu dimi;)

Çişli, kakalı bu muhabbete son vermeden önce naçizane tavsiyem; tadını çıkarın olur mu bu sürecin? Biliyorum çok zor ve çok yorucu bir süreç. Ama her çocuğun hayatında bir kere yaşayabileceği bir süreç ve bu süreç ne kadar keyifle tamamlanırsa, ruhu da o keyifle hissedecek bu süreci.

Her gün bırakmıyoruz bezi, bir kere bırakıyoruz, bu yüzden o bir kere hep hatırlayacağınız keyifli bir maceraya dönüşsün olur mu;)

Bu arada bezsiz hayata geçer geçmez evinizde kalan bezleri hediye paketi yapıp minik bir bebeğe birlikte hediye edin olur mu;) Ve gecesine de minik bir kek ya da pasta üzerinde bir mum üfleyin beraber;) Böylece “Merhaba Bezsiz Hayat” seremonisi keyifle tamamlansın;)

Merhaba bezsiz hayat…